Her batış, bir doğuştur ki anne rahmindeki hayatımıza veda etmekle dünyaya doğuyoruz.

 

 

Mevlâna; yaratılmışların en şereflisi olan insanoğluna, yine insanlığın en şereflisi ve kâinatın övüncü, peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın(aleyhissalâtü vesselâm) rehberliğinde Yüce Mevlâ’mız tarafından biz kullarına indirilen, hakkı batıldan ayırt etmemizi sağlayan Kur’an-ı Kerim’i bakışının merkezine alarak, yaşadığı çağa ve kâinata bakabilmeyi, gönül gözüyle okuyabilmeyi başaran büyük bir mütefekkirimizdir.

 

Mevlâna, yaşadığı çağı evrensel mesajla okuyabildiği için, yaşanacak çağların misafirleri tarafından ilgiyle takip edilerek eserleri okunan bir kanaat önderimizdir. O, kış döneminde gelmiş olsa bile hep, bahara odaklanmış bir göz ve gönülle yaşadığı için mesajlarında bir kış ve karamsarlık söz konusu değildir. O, muvahhit bir müminde olması gereken özelliklerin başında yer alan “ümit insanı” olmayı hep en güzel şekilde temsil etmiştir.

 

Bırakın çalışmayı, uyumayı bile rüyasında sevgiliyi görme arzusuyla yaşayanlar için bir atalet söz konusu olabilir mi? Mevlâna, “Keşke uyuyabilseydim de, rüyada yüzünü gösterseydin.” buyuruyor. Uyumak, insanın hem bedenen hem zihnen vücudunu dinlendirmesidir ama içinde bir derdi olanlar için dinlenme nedir ki… Dert, yaşamayı da yaşananları da bir cehennem hâline dönüştürür insan için… Ama bir dert de vardır ki asıl onu yaşamayanların hayatı cehennem ya da zindandır. Hani Divan şairlerimizden Fuzulî ne diyordu? “Aşk derdiyle hoşem, el çek ilâcımdan tabip/ Kılma derman kim helâkim zehr-i dermanındadır.” Yani “Ey tabip, ey ihtiyarlık ve ölüm derdinden başka dertlere çare olmaya vesile kişi, benim bu aşk derdime sakın çare arama. Çünkü ben derdimi seviyorum. Bana deva olarak verdiğin, beni asıl öldürecek zehirler hükmündedir. Bırak, boşuna uğraşma benim derdim için.” demektedir. Derdi Allah’a ulaşmak ve O’nu anlatmak olanın başka dertlerden şikâyet etmesi mümkün mü?

 

Mevlâna’nın, hikmet deryası olan eserlerinden Divan-ı Kebir’inde geçen “Biz dünyada senden başka güzel göremiyoruz.” sözü bana bir başka güzel sözü hatırlattı: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”. Hatta, bunu “Güzel düşünen güzel rüya görür.” diye ekleyenler de vardır ki bu söz de faydadan hâli değildir. Çünkü, değirmenine giden birisinin elbiselerinin una bulanmasından daha normal bir hâl var mıdır? Yunus Emre “Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü.” buyurmamış mıydı? Mademki kâinatı yaratan Allah’tır; O, abes bir şey yaratmaz. O’nun yarattığında; biz anlasak da anlayamasak da mutlaka bir hikmet vardır ve O, hikmetsiz bir şey yaratmaz.

 

Mevlâna, geçen haftaki yazımızda dikkat çektiğimiz gibi kendisinin Hz. Peygamber’in yolunda olduğunu ifade etmiş ve “Eğer biri, benim sözlerimden bundan başka bir şey naklederse ben onun naklettiği sözden de, o sözü nakleden de rahatsız olurum." diyerek kendisine isnat edilebilecek başkaca düşüncelerde olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Hak âşıklarının, hak dostlarının, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklananların o hazineyi veren zattan uzak düşüncede olmalı akla ve mantığa ne kadar sığar? Varın siz düşünün.  

 

Mevlâna, “Ölüm, buraya yol bulup gelemez!” diyor. Ölüm nedir ki inançla gerilen gönüller, inançla coşan ruhlar için? Yunus Emre’nin dupduru ifadesiyle “Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.” Asrın beyin yapıcısının mücevher beyanlarında “Ölüm, iman ehli için bir terhistir. Ecel terhis tezkeresidir, bir mekân değişikliğidir, bâki bir hayatın mukaddimesi ve kapısıdır.” Bu kapıdan geçilince, Mevlâna’nın ifadesiyle, sevgiliyle buluşma söz konudur.

 

Mevlânaca düşünmenin merkezinde, muhatabına hoşgörüyle bakabilme vardır. Muhatabını olduğu gibi kabul ederek kendi değerlerinden asla taviz vermeden, sağ ayağın sabit sol ayağınla dünyayı dolaşmaktır. Sözü, hak dostunun, Mevlâna’nın o sözlerin en güzellerinden olan “Ey insan, talihlisin, Allah seni çok seviyor, başkalarına vermediğini sana vermiş.” sözü ile bağlayalım. Allah, halife olarak yarattığı kuluna sevgisinin bir göstergesi olarak onu Rahman ismiyle her daim muamele ediyor. İnsan, bunu hak etmese de!