Yayın hayatına 1982 yılında çıkarttığı kitabı ile giriş yapan Selim Tunçbilek, yaklaşık olarak 35 yılı aşkın süreden beri hayatının büyük çoğunluğunda yazıyor. Yazma eyleminin dışında gününün çoğunu okuyarak geçirdiğini dile getiren romancı, “ Söz yaşanmışsa, söylenmemiştir “ diyerek röportajımıza bu harkulade söz ile giriş yapıyor. Dünya ve Türk Edebiyatı, yayıncılık sektörü, yeni soluk edebiyatçılar hakkındaki görüşlerini ise şu şekilde açıklıyor:

Edebiyat kokusunu içinizde hissedebileceğiniz bu haftaki değerli röportajımız siz değerli okuyucularımızla…

“ 30 YILI AŞKIN SÜREDİR, GAZETE VE DERGİLERDE YAZIYORUM “

SORU: İLK OLARAK KENDİNİZİ TANITABİLİR MİSİNİZ ?

SELİM TUNÇBİLEK : 1962 yılında Yozgat’ta doğdum. Üniversite öğretimi Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümü’nü bitirdim. 30 yılı aşkın süreden beri dergi ve gazetelerde yazıyorum. 1982 yılını ilk yayınım olarak kabul edersek, 35 yılı aşkın süredir yazıyorum. Yazdıklarımı kitap yapma işi daha sonra. 50’li yaşlardan sonra 13. Gün kitabımı çıkardım. Daha sonra Davet isimli bir roman çıkardım.

“ YILIN ŞAİRİ ÖDÜLÜNE LAYIK GÖRÜLDÜM ”

13.Gün isimli kitabımız, 50 sayfayı bulmayan bir kitap ama Türkiye Kayseri Yazarlar Birliği Şubesi, kitabı yılın şiir kitabı ve şairi ödülüne layık gördü. Bilmiyorum ne derecede hak ediyorum bu ödülü. Bu eser her şeyden önce bir kurumun süzgecinden geçmek önemli ama asıl hükmü verecek olan okuyucu. Kitabımız 3. Baskıya eriştiğini gördüğümüz zaman da kitabın bu ödülü hak ettiğine dair küçük bir mütevazi sayı verebiliyor.

“ YAZMADIĞIM, OKUMADIĞIM AN NEREDEYSE YOK “

Yazma serüvenine gelince yazma insanda kendi ruhsal dengesiyle ilgili bir tutkunun neticesinde ise bir yaşama biçimi haline dönüşüyor. Benim yazmadığım, okumadığım an nerdeyse yok. Siz geldiğinizde masamda çalışmalarım vardı hem de kitaplarımız vardı. Bizi tanımlayabilecek en iyi iş olarak yazma işini görüyorum, meslek olarak iktisatçıyım ama, oradan sadece nafakamı rızkımı çoluğumun çocuğumun ekmeğini temin ediyorum fakat benim rahatladığım huzur bulduğum dinlendiğim varlık alanım olarak gördüğüm alan olarak yazma faaliyetini ve okuma faaliyetlerini söyleyebilirim.

Aslında bir yazardan ziyade ciddi bir okurum. Yazarlığım tartışılabilir, bu konuda bir iddia sahibi değilim ama düzenli okuma yapan bir insanım. Günde 4-5 saatin altına düşmeyen bir okuma yapıyorum. Yapacağım çalışmalara ya da ilgilendiğim konulara yönelik okumalar bunlar. Disiplinli bir okumanın getirdiği çaba ve gayret neticesinde içinizde bir şeyleri biriktiriyorsunuz. Bu birikim neticesinde bir süre sonra yazma ihtiyacını kendiliğinden doğuruyor. Adeta bir testiyi doldurduğunuz zaman dışına sızan şeyler oluyor. Yazdıklarımızda içimizde dolan şeylerin dışarıya yansıması akması.

“ FARKLI ANLATIM TEKNİKLERİ DENEDİĞİM BİR ROMANIM VAR “

SORU: BUGÜNE KADAR YAYINLADIĞINIZ KİTAPLARINIZ NELER ?

SELİM TUNÇBİLEK: Şuana kadar iki kitap neşrettim ama herhalde çeşitli dergilerde yayınlanmış 3 bine yakın şiirim vardır. Bu şiirlerde 2 ya da 3 kitap çıkabilir. Bölüm bölüm romanlarımı hikaye olarak yayınladıklarım var. Baskıya hazır şuan bitmiş iki tane romanım var. Av. Candan Güneş ile Zeytin diye bir çalışmam var. Yurt dışında yaşayan çocukların sorunlarını ve onların bir kelimenin arkasına düşerek kendi geçmiş ve geleceğini arayışını anlattığım Zeytin isimli önemsediğim, farklı anlatım teknikleri denediğim bir romanım var. Onunla birlikte küçümsenmeyecek çapta çeşitli dergi ve gazetelerin içerisine serpiştirdiğimiz yazılarımız, derleyip toplanıp kitap olmayı bekleyen düşüncelerimiz var. Tabi kitap olabilmesi için bunların okur tarafından talep edilmesi gerekiyor. Selim Tunç Bilek olarak kendi okur kitlemi oluşturduğumu iddia edemem dolayısıyla kitaplarımın biraz daha demlenmesinin faydalı olduğu kanaatindeyim. Yazma serüvenimi böyle özetleyebiliriz.

HER ŞEYİN BİR VAKTİ VAR; TIP KI ŞİİR VAKTİ GİBİ

SORU: DERGİNİZİN VE YAYIN EVİNİZİN ADININ ŞİİR VAKTİ OLMASININ NEDENİ NEDİR?

SELİM TUNÇBİLEK : Şiir Vakti Dergisi’ni çıkarmadan önce değerli dostlarla istişarelerde bulunduk. Onlardan birisi Mustafa İbakorkmaz diğerleri ise Muhammed Ali Ecevit, Bekir Oğuz Başaran ve Vedat Ali Tok gibi dostlarımızdı. Bu isimlerle yayıncılık faaliyetine girişebileceğimizi düşündük. Projelerimizi arkadaşlarımızla paylaştığımız vakit onlardan değişik öneriler geldi. Sonra her şeyin bir vaktinin olduğunu, o vakte şuan geçtiğimizi; o vaktin de şiir vakti olduğunu düşündüğümüzden ötürü yayın evimizin adını şiir vakti koyduk. Yayın evine de şiir vakti adını verdik. Şiir Vakti Dergisi, önümüzdeki yıl yayınlarını okuyucu ile buluşturacak. Matbaa dünyasındaki gelişmeleri, dergilerin önümüzdeki yıllarda nasıl bir akıbetinin olacağını; nasıl bir yön çizeceğine kendimizi hazırlamak istedik. Bu yüzden yayınlarımıza bir yıl kadar bir ara verdik.

“ E-KİTAP VE E-DERGİ SAYESİNDE YAYINLARIMIZ OKUYUCULARIMIZLA BULUŞACAK “

E- Dergi ve E-Kitap ile ilgili bir alt yapı çalışmamız vardı. Yeni yılla birlikte E- Devlet ve E-Kitap olarak Şiir vakti Dergisi ve kitapları okuyucularıyla buluşacak. Şiir vaktini, insanın güzel yaşantısının bir parçası olarak şiirin, bir güzelliğinin sembolü olarak görüyoruz ve algılıyoruz. İnsan hayatının da şiir vakti ile özdeşleşmesi gerektiğini düşünüyoruz. O nedenle biz dergi ve yayınlarımıza Şiir Vakti yayını ismini koyduk. Bu kamuoyu tarafından fazlasıyla ve ziyadesiyle kabul gördü. Çok güzel bir isim olarak zikredildi. Her gittiğimiz yerde beğeni ve takdirle anıldı. Bundan ötürü doğru bir karar verdiğimiz kanaatindeyiz.

“ KOMŞUSU AÇKEN TOK YATAN BİZDEN DEĞİLDİR SÖZÜNÜ NASIL BİR YERELLİĞE SIĞDIRABİLİRSİN ”

SORU: DÜNYA VE TÜRK EDEBİYATI’NDA YAZILARINI TAKİP ETTİĞİNİZ YAZARLAR VAR MI?

SELİM TUNÇBİLEK: Şüphesiz tabi Dünya Edebiyatı’nı takip eden bir isimim. Hem Dünya Edebiyatı hem de yerli edebiyat olarak ciddi okumalar yapan birisiyim. Ben yerel bir yazar kavramını asla düşünmem. Öyle bir şeyin olduğuna da asla inanmam. Söz söylenmişse ve kelama dökülmüşse yerel kavramı olmaz. Komşusu açken tok yatan sözünü nasıl bir yerelliğe sığdırabilirsin. Elbette ki bir mağradan gelerek nida haline dönüşmüş sözdür bu. Hadi gelin bunu Dünya’nın bir yerine hapsetmeye çalışın. Mümkün mü ? Mümkün değil. Yerel bir söz yazılmışsa ve nida haline getirilmişse, bir yerellik ifadesi olmaz. Söylediğiniz şeyin niteliği ve üslubu önemli. Nasıl söylediğiniz önemli. Üslup sahibi olup olmadığınız önemli. Yazılarımda daha çok usta yazarları açık bir biçimde iyi yönlerine bakarak benimsedikleri yeniliklerin neler olduğunu önemsiyorum, irdeliyorum ve farkına varmaya çalışıyorum. Bu yapılanlardan farklı olarak ben ne yapabilirim edebiyatımıza buna kafa yoruyorum. Şiirde de bunu yapıyorum, romanda da bunu yapıyorum.

“ ORHAN PAMUK, TÜRK’ÜN KENDİNE ÖZGÜ YAKLAŞIMLARINI DİL, ÜSLUP VE TEKNİK İLE ANLATIR “

Usta dediğiniz zaman Orhan Pamuğu Dünya Edebiyatı’nda çok farklı bir yere korum. Hem Doğu klasiklerini özümsemiş hem de Doğu klasiklerinin üzerine inşa ettiği roman anlayışı ve hiç birbirine benzemeyen üslup ve anlatımıyla roman tekniği ile Dünya Edebiyatı’nda özgün bir kalemi olduğunu düşünüyorum. Orhan Pamuk düzeyinde teknik ve üslup olarak eser ortaya koyan çok az yazar var. Hatta 3-5 kişiyi geçmez diyebilirim.

Mesela Dostyoveski’ yi ele aldığınız zaman eserlerinde bir konuya ilişkin ne yazabileceğine baktığınız zaman bu durumun devam ettiğini görürsünüz. Farklı bir tekniği denemediğini anlarsınız bu sayede. Bir Balzac ve Tolstoy’a baktığınız zaman ise, Dünya Klasikleri’nden kimi ele alırsanız alın hep birbirine benzer ve üslup bütünlüğü içerisinde olan eserler göze çarpar. Orhan Pamuk’ta bu böyle değildir. Üslubu çok güçlü kendine özgü bir yazar ve romancıdır. Aynı zamanda her kitabının kendine özgü teknik uygulamalarını yapabilen ve onları Dünya Edebiyatındaki alışıla gelmiş yaklaşımlarını ötesine taşıyabilen bir yazardır. Bu yönüyle kendine özgüdür. Birde söyleyiş biçimini çok önemserim. Bizde hamaset edebiyatı çok yapılır. Orhan Pamuk bunu yapmak yerine, Türk Milleti’nin bir özelliğini konu edinir ve yazar. Mesela Masumiyet Müzesi’ndeki konu platonik bir aşktır. Kemal ile Füsun arasında. Ama asıl itibariyle bizim bir özelliğimizi bizim bir hasretimizi anlatır. Batılı toplumlara bununla der ki siz bir duygusallık yaşadığınızda bunu cinsellik temeline indirgersiniz diye bakar. Biz böyle davranamayız. Bizim kendimize özgü bir aile kavramımız var. Aşk,cinsellik kavramımız var. Dünya insanlığına Türk’ün kendine özgü yaklaşımlarını dil, üslup ve teknik ile anlatır. Bu yönüyle çok kendine özgü ve değerli bulurum.

"KAYSERİ’DE ÇOK GÜÇLÜ KALEMLER VAR"

Kayseri geneline bakacak olduğumuz zaman bu anlam da hem çok zengin hem de çok kıraç bir bölge olarak görülebilir. O nerden baktığınıza bağlıdır. Kayseri’de çok güçlü kalemler var. Muhsin İlyas Subaşı, Bekir Oğuz Başaran, Vedat Ali Tok, Mustafa İbakorkmaz, Emir Kalkan, İmdat Avşar. Hem Türk Edebiyatında hem Dünya Edebiyatı’nda boy ölçüşebilecek yazarlar. Pazarlama tekniği iyi yapılabilse Dünya Edebiyatı’nda yer edebilecek yazarlar bunlar. Bunların kolektif olarak bir araya getirilmesi mümkün olmamıştır, şehrimizde.

“KAYSERİ TURİZM VE SANAYİ ALANINDAKİ BAŞARISINI EDEBİYAT ALANINDA YAKALAYAMIYOR “

SORU: YAYINCILIK SEKTÖRÜNÜN GENEL SORUNLARI NELERDİR ?

SELİM TUNÇBİLEK : Şiir Vakti Yayınları şehrimizin birikimi olan edebi zenginliği ve kalem zenginliğini genel olarak ülke platformuna taşımak düşüncesi ile kurulmuş bir iş sahasıdır. Bu zamana kadar çok çeşitli kalemlerden 30’a yakın eserler neşrettik. Ve her biride kendine özgü yer edinen kitaplardı. Bundan sonraki yayınlarımızda tüm Kayseri’yi kucaklayabilecek olgunluğu ve başarıyı gösterebilir Şiir Vakti Yayınları.

Kayseri’nin güçlü kalemleri olmasına rağmen bir birliktelik ortaya konulabilmesi mümkün olmuyor. Kayseri’nin turizm ve sanayi alanındaki başarısını veya başka alanlardaki başarısını edebiyat alanında da yakalaması lazım. Aynı başarı ülke genelinde ve Dünya genelinde takdim edilemiyor. Bunun sunumunda bir sıkıntı var. Burada bir takım lokomotif görevi üstlenebilecek kurumlara ihtiyacımız var. Bu kurumların eksikliği dikkat çekici, Şiir Vakti Yayınları bu alanda kendi üzerine düşen görevi yapma çabası içerisinde.

“ BENİM YAZDIKLARIMIN MUTLAKA YAŞANMIŞLIK CEPHESİ VARDIR “

SORU: KİTAPLARINIZI YAZARKEN AĞIRLIKLI OLARAK TERCİH ETTİĞİNİZ BİR KONU VAR MI?

SELİM TUNÇBİLEK: Kitaplarımı veya yazılarımı yazarken asıl itibariyle hayatla ilişkilendirmeyi tercih ediyorum. Hayatla ilişkilendirmek derken işte benim 13. Gün kitabımda bir dizem var. “Söz yaşanmamışsa söylenmemiştir “ diyorum orada . Benim yazdıklarımın mutlaka yaşanmışlık cephesi vardır, fakat kurgu yok demiyorum kurgu da var. Mesela Davet Romanı başladığı noktada biter. Kurgu tekniği açısından baktığınızda Türk ve Dünya Edebiyatı’nda bir elin parmağını geçmez. Bu yönüyle ilginçtir ve dikkate değerdir. Toplumun meselelerine çözüm üretebilecek bir konuyla toplumun karşısına geçmeyi önemsiyorum. Eğer söyleyecek bir sözünüz varsa ve toplumun problemi olabilecek bir konuya el atmışsanız, kalıcı bir eser ortaya koyabilirsiniz. 13. Gün adlı eserim ve zulüm kim tarafından yapılırsa yapılsın, zulüm edenin kimliğine bakılmaksızın zulmü lanetlemek gerektiğini düşünüyorum. Dünya’nın ve insanlığın ortak problemi olarak da zulm edenin kimliğine bakarak, zulmü görmemezlikten gelmeyi sağlayan insanlık problemine de işaret etmek istiyorum.

Davet de ise hukuk ve vicdan kavramını çok önemsedim. Bir ölüm gerçeğinden, benim yaşadığım kızımın acısıyla adli kurumlarında yaşamış olduğum sıkıntıyı ele aldığım bir roman. Orda da şunu işlemeye çalıştım hukuk hayatımızın her alanını istediği anda, istediği biçimde istediği yöntemleri kullanarak müdahil olabilir mi yoksa hukukunda kendine göre sınırlanması gereken bir alanı var mı diye vicdan ve hukuk kavramları arasındaki insan ilişkisini ve insanın yaşadığı ızdıraba işaret etmeye çalıştım. Hukuksuzluğun ne gibi bir problem oluşturursa, hukukunda kendi hayatımızda yarattığı problemlere dikkat çekmeye çalıştım. Sanıyorum, küçümsenemeyecek bir başarı ortaya koyduğum inancındayım. Benim yazdıklarımda dikkat ettiğim noktalar bunlar. İlk olarak evrensel olmasını, yaşanmışlıktan yola çıkılmış olması ve yaşanmış hikâyenin de evrensel bir zemininin olup olmamasının sorgulanmasıdır.

Yayıncılık sektöründe biz oldukça yeniyiz tabi. İkinci yılını tamamlamış, üçüncü yılına adım atan bir yayın eviyiz. Yayın evi olarak çıktığımızdan sonra bulunduğumuz noktayı başarılı buluyorum. Teknik yeterliliklerden dolayı kısa mesafede iyi bir yol kat ettiğimizi düşünüyorum. Bu bizim için bir artı.

“YAZARLARIN, YAYINEVİNE DESTEK VERMEMELERİ BİR HANDİKAP”

SORU: KAYSERİ’DE YAYINCI OLMANIN DEZ AVANTAJI VE OLUMLU YANLARI NELER?

SELİM TUNÇBİLEK: Kayseri’de evrensel sunumlar yapabilecek olsanız bile pazarlama sorunu olduğu bir su götürmez gerçek. En ciddi problem burada kolektif bir çalışmayı ortaya koyamamak. Yazar, yayıncı, matbaa ve editör gibi kolektif çalışma yapması gereken, kurumlar ve bireylerin bunu yapamadığını görüyoruz. Herkes kendi başına bir yere gitmeye yönelik çaba sarf ediyor. Buda gücü ve etkinliği azaltıcı faktörler olarak göze çarpıyor. İkinci olarak bugün Dünya’ nın her yerinde kitaplar aynı teknik kalitede üretiliyor. Bunlar artılar ama yazarların güç birliği yapmaması ve bir yayın evine destek vermemeleri bir handikap . Mesela bizim yazarlarımıza baktığımız zaman ağırlığı şehrimizin yazarlarının oluşturmasıyla birlikte Sivas, İstanbul, Ordu gibi şehirlerden yazarlarımız, akademisyenlerimiz var. Bu anlamda Şiir Vakti kendi üzerine düşeni yapıyor. Asıl konu ise eserlerin ulusal pazara açılması anlamında sıkıntılarımız var. Yerelde yayın yapan ve bir finans kurumuna bağlı olmayan yayıncıların genel problemi. Bu problemi aşabilmek için de mutlaka Kültür Bakanlığı’nın bu alanı bu sektörü dizayn etmesi lazım. Yayınevlerine sadece kitap alımlarıyla destek olmak yerine okuyucu ile buluşmasını konusunda desteğin artırılması lazım. Fuarlarda yayınevlerine reyonların ayrılmasıyla birlikte yazarlara da bir takım desteklerin sunulması gerekiyor. Bunlar yapılırken de bir yayınevi çizgisinde verilmesi lazım.

“ KÜLTÜR BAKANLIĞI BİRLEŞTİRİCİ VE GÜÇLENDİRİCİ ADIMLAR ATMALI “

Nasıl sanayileşmede birleşme sağlanıyorsa edebiyatçılarında Kültür Bakanlığı’da yazar ve yayıncı ilişkilerini birleştirici ve güçlendirici adımlar atmalı. Biz yeni dönem içerisinde bu tarz beklentiler içerisinde olduğumuzu ifade edebilirim. Böyle olduğu zaman Şiir Vakti yayınları gücünü daha da artıracaktır. Yazar gücünü daha da artıracaktır. Yayınevleri daha da güçlü olacaktır. Daha güçlü rekabet şartları içerisinde eserler sunacaklardır ve bu da okuyucunun daha çok ilgisini çekecektir. Bu da ülkenin gelişimine katma değer oluşturacaktır.

“ KÂĞIT İNSANI YAZMAYA DAVET EDİYOR”

SORU: YAZMAK, KAĞIT VE KALEM KELİMELERİ SİZE NE DÜŞÜNDÜRÜYOR?

SELİM TUNÇBİLEK : Aslında bu bana 20-25 yıl önceki bir şiir çalışmamı örnekledi hatırlattı. Ben şiir yazdığım bir dönemde çok sevdiğim bir arkadaşım şunu söylemişti. Şiirin konusu neler olabilir demişti ve bende elimde bembeyaz bir kağıt tutuyordum ve demiştim ki insanı bu kağıt yazmaya davet ediyor. Bembeyaz elimde tuttuğum düz pamuk tarlası bir kâğıt insanı cezp ediyor. Çekiyor. Kağıt, yazmak bende böyle bir devinim yaratıyor. Ruhumda yaptığı bir çağrışım var. Kağıt bana yazmayı hatırlatır, yazmak ruhsal ve içsel devinmeyi hatırlatır.

Son olarak röportajımız esnasında usta kalem Selim Tunçbilek’in ağzından şu sözler dökülüyor : “ Yazmak, bir yolculuğu hatırlatır. Yazma yolculuğunun da nasıl başlayıp nasıl biteceğini tahmin edemezsiniz”