Sırası üzerine dizilmiş küçük küçük balıkçı tekneleri, el ele yürüyenler, bankta oturan dalgın dalgın maviye bakanlar, bisiklet sürenler, dükkanların önünü yıkayanlar, gelen geçene, geçen gelene gülen gözlerle günaydın diyenler. Seher vakti saatlerinde balığa çıkıp rastgele ile günün bereketiyle dönen balıkçılar tekneden kıyıya boşaltıyor canlı canlı. Hey gözünü sevdiğimin dünyası nasıl da muhteşemsin bu taraflarda. Kahvaltı yapmadan çıktım erken saat diye ama mavim acıktırdı beni sanırım. Birçok dükkanın önünden geçtim ve hepsi de balıklarımız mis kokulu buyrun diyordu. Allah Allah balık misti ama sabahtı… Kahvaltı var mı diye sordum delikanlıya. Olmaz mı abim ama Foça’da kahvaltı balıkla yapılır… İlginçti… Her yörenin sabaha başlangıcı elbet farklı olacaktı. Bizim buralarda nasıl işkembe, paça içilirse… Zeytinyağı içinde kekik lezzeti ile birleşen zeytin, gevrek, peynir yenilirdi başka bir diyarda.

Mesela Gaziantep’te Beyran çorbası… Sivas’ta kelle çorbası… Karadeniz’de mıhlama. Kültür zenginiyiz, güzel memleketimde. Beyaz örtülerin üzerine, mavi örtülerle şekil verilen tahta masalar, maviye beyaza boyanmış eski tahta sandalyeler, masaların üzerlerinde şirin vazolar içleri canlı çiçeklerle dolu gözümün gönlümün güldüğü hoş bir kahvaltı sonunda biraz da gözlerimi mavimle. Gözüme bir tekne takıldı küçük ama bakımlı ve köşesindeki ismi “Yazılmayan Yazgım.” Birkaç kere okudum tekrar tekrar. Belli ki sevda yükü oldukça ağırdı sahibinin. Onu teknesine kazımıştı, kazımıştı da neler yaşamıştı. Kısa bir tanışmadan sonra gezer misin dedi bir tur. Elini uzattı tuttum ve atladım. Teknenin en ucuna oturdum. Yavaş yavaş açılıyorduk, geliyordum mavim içine içine. “Ah be anasını satayım bu dünyanın” deyivermişim sesli, “buyur abi” dedi yok koçum bir şey dedim. Eğildim bir avuç suyundan aldım derin denizimin, avuçlarımın arasından süzülüp akıp gitti. Yok yok mutluyum bu sefer, kimse yok aklımda, hepsini gömmeye geldim bu sefer sulara. Beni kullananları, acı verenleri, dost gibi görünenleri, sahte günaydınlara sığınanları, hiç vermeden devamlı isteyenleri, iyi gün dostlarını, canım deyip canlarını saklayanları. Balıkçı halimden anlamış olmalı galiba, ya da o da efkara bağladı ki bir şarkı sesi geliyor derinden.

“Öyle ağırım ki kendime, sen benden gittin gideli, tenim küs olmuş tenine sen benden gittin gideli. Bir cefan var idi bin oldu, aktı gözüm yaşı sel oldu, yaz baharım kış oldu sen benden gittin gideli.”

Balıkçıdan bir cümle geldi bağırarak. “Anasını sattığımın dünyası.”

Ben maviyi çok sevdim…

Mavi de beni sever mi?