Edinilen her başarılı şeylerin alkış seslerinde ki sahte tınısını duymaktan, yapılan her yanlışın arkanızdan hortum misali her şeyi birbirine katarak savurmasından bıkmadınız mı...?

Yalan, hissiz, sahte gülüşler, iz bırakmadı mı sanıyorsunuz yüzünüzdeki çizgilerde... Oysa;

Doğru, hisli ve yürekli gülüşlerin yüzünüze yansıttığı aydınlıktan haberiniz bir olsa...!

Kendimizi mutlu etmekle yüzleşmedik bir türlü.

Kendimizi sevmek hep ertelediğimiz ama bir türlü zaman ayıramadığımızdı.

Oysa senden bir tane daha yok ki! Neden baharı yaşamayı hep reddediyoruz ki?

Bırakın ruhumuz binsin bir düş salıncağına, içimize gömdüğümüz, çıkmasına asla izin vermediğimiz o çocuk yanımız bırakın sallansın o düş salıncağında.

Sakın kasılmayın, kim gördü demeyin, ah be bu nasıl iştir, ne derler bana , ne işim var bu ruhuma esinti veren salıncakta... Sakın, sakın, sakın ha!

Biraz deli, biraz cesur, biraz da edepli yakın bütün ezberleri... Dilimizdeki yamalı tek mahsun yalanımız “ iyiyim” kelimesini kaldırın hayatınızdan. Kötüysem kötüyümdür, iyi isem iyiyimdir. Peki ya yalan bunun neresinde?

Gündüzün aydınlığı ile sakladıklarınızı gecenin karanlığına yük etmeyin. Kendinizden özür dilemeyin, gönlünüzdeki kelebekler ürkek ürkek uçmasın, yağmurda iliklerinize kadar ıslanın, şiir yazın şımartarak satırları uslu, sakin ve hüzünlü olmasın artık. Dudak kıvrımınızdaki hazanı yok edecek şarkılar olsun dilinizde.

Nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım, ne hissedersek hissedelim kendimiz için nefes almayı mahrum etmeyelim bedenimizden.

Biliyorum ki yazmak yaşamaktan daha kolaydır. Can Yücel ne de güzel dizelemiş;

” Atın: Oh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı?

Şimdi ihtimalleri atın.

Olacaktı, son anda olmadı’ları atın, olmamış işte.

Takılıp kaldığınız o günü, düşünüp durduğunuz o lafı.

Atın; küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü, alındıklarınızın, gücendiklerinizin, hiç umurunda olmayan o “olayı”...!

Atın; o hiç beceremediğiniz yemek tarifini, kestiğiniz eski gazete küpürünü, içinizi kemiren o uhdeyi...!

Atın; arkanızdan konuşanları, önünüzü kapayanları, alamadığınız terfiyi, oturamadığınız evi “şimdiki aklım olsa”ları. Aldığınız en kötü karneyi, çalışmayan saatleri, işe yaramayan fikirleri, kaçan trenleri, zamansız yaşlandıran dertleri, “o gün” olayları, halının altına süpürdüklerinizi, dolabın içine iteklediklerinizi

ATIN...!

Bakın ne güzel güneş çıktı.

Kendini seven değer veren yüreklere sevgilerimle...