Son yargı paketleriyle birlikte ceza hukuku sistemimizde önemli bir değişikliğe gidilerek, bazı suçlar açısından uzlaşma müessesesi kaldırılıp yerine ön ödeme sistemi getirildi.

İlk bakışta çözüm odaklı bir yaklaşım gibi görünse de, bu düzenleme özellikle hakaret gibi şikâyete bağlı suçlar bakımından ciddi sorunlar doğurmaya başladı.

Uzlaşma, hem mağdurun hem failin karşılıklı iradeleriyle şekillenen, barışı ve toplumsal huzuru önceleyen bir yöntemdi. Taraflara yalnızca ceza hukukunun katı dişlileri arasında sıkışmadan anlaşma imkânı tanımıyor; aynı zamanda mahkemelerin iş yükünü azaltıyor, yargı sürecini hızlandırıyordu. Ancak uzlaşmanın kaldırılmasıyla birlikte, artık savcılıklar daha fazla dosyayla muhatap oluyor, iddianameler artıyor, asliye ceza mahkemelerinin dosya sayısı katlanıyor. Zaten tıkanma noktasına gelen yargı sistemi, bu yeni yük altında daha da ağır aksak işlemeye başlıyor.

Ön ödeme sistemi, her ne kadar failin ceza almaktan kurtulmasını sağlasa da, mağdur açısından telafi edici bir anlam taşımıyor. Failin yalnızca maddi bir bedel ödeyerek sorumluluktan kurtulması, mağdurun adalet duygusunu zedeliyor. Oysa uzlaşma, çoğu zaman tarafların ihtiyaç duyduğu manevi tatmini de sağlıyordu.

Bugün artık adliyelerde, sırf uzlaşma sağlanamadığı için dava konusu haline gelen onlarca basit hakaret suçu dosyasıyla karşı karşıyayız. Bu da hem zaman kaybı hem de kaynak israfı anlamına geliyor. Oysa yargının asıl ihtiyacı, bu gibi basit suçların etkin şekilde çözümlenmesini sağlayacak alternatif çözüm yollarıdır; sistemi daha da kilitleyecek değil.

Uzlaşmanın kaldırılması, kısa vadeli bir çözüm gibi sunulsa da, uzun vadede sistemin belini büken bir yanlış olarak karşımıza çıkmaktadır. Hukukun ruhu, yalnızca ceza vermek değil, toplumu onarmaktır. Bu nedenle, uzlaşma gibi onarıcı adalet araçlarının kıymetini yeniden hatırlamak ve hukuk politikalarını bu perspektifle yeniden şekillendirmek zorundayız.