Söz sevgiden açılmışken, yeni belki de geç öğrendiğim bir şey var. Sizin kimi ne kadar sevdiğiniz artık önemli değil şimdilerde benim için… Sizin kimi ne kadar sevdiğinizden daha çok, sizi kimin ne kadar sevdiği ya da sevmediği çok daha önemli.

Hayal kurmak muhteşemdir, gereklidir ama hayaliniz sevgi üzerineyse, hayal kırıklıkları biriktirirsiniz. İşte bu aşamada da devreye realizm girer ve emeğe bakarsınız. Çoğu zaman da bakınca, duygusal zarardasınızdır. Sevgi emek ister. Ama ya siz vermezsiniz bunu ya da o kadar yorulduğunuzu düşünürsünüz ki, belki de değecek olana vermekten bu kez esirgersiniz onu.

Bilmediğimiz için yaşamayı tükenmeyen bir iyilik sanırız. Ancak her şey sadece birkaç kez olur ve aslında bu tekrarlar çok azdır. Çocukluğumuza ait kişiliğinizde derin bir yeri olan ve o gün olmadan yaşamınızı düşünemeyeceğiniz belli bir öğleden sonrayı, daha kaç kez hatırlayacağımızı düşünmeyiz bile. Belki dört-beş kez daha… Belki de o kadar bile değil. Dolunayı daha kaç kez seyredebileceğiz ki? Belki yirmi. Ancak yine de her şey sınırsızmış gibi görünür bize. Bu güzeldir. Norman Cousins, "yaşamın trajedisi ölüm değil, yaşadığımız süre içerisinde ölmesine izin verdiklerimizdir" diyor. İnsanoğlunun en fazla ıstırap çektiği derin kişisel yenilgisi, kişinin aslında yapabilecekleriyle, sadece yaptıkları arasındaki farktan kaynaklanır. Bu sadece var olmakla, gerçekten yaşamak arasındaki farktır. Sadece yaşamı sürdürmekle, gerçekten yaşamayı başarmak arasında bir fark vardır. Üzücü olan, çoğu insanın içinde yatan insani armağanları göz ardı etmesi ve hayatlarının en güzel yıllarını bir odada ve kendiyle geçirmeye boyun eğmesidir. Çünkü diğerini almak çoğu zaman yorucudur, zordur, korkutur…

Şimdi bir son söze ihtiyaç var diye düşünüyorum ve Hint mitolojisinden gelen bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Hikâye şöyle:
Binlerce yıl önce dünya üzerinde yürüyen herkesin bir tanrı olduğuna inanılırmış. Ancak insanoğlu bir sınırsız gücü suistimal ettiğinden, üstün tanrı hiç kimsenin bulamaması için bütün potansiyellerin kaynağı olan tanrıyı saklamaya karar verir... Ancak asıl sorun böyle bir şeyin nereye saklanacağıdır. Birinci danışman, yeraltının derinliklerine saklanmasını önerir, fakat üstün tanrı, "Hayır bir gün biri yeterince derini kazıp onu bulacaktır" diye yanıtlar. İkinci danışman, "Peki tanrıyı en derin okyanusun dibine saklasak" diye öneride bulunur. Üstün tanrı, "Hayır bir gün biri yeterince derine dalıp onu bulur" der. Üçüncü danışman söze atılır, "Şey, o halde neden en yüksek dağın tepesine koymuyoruz?" Üstün tanrı hemen cevaplar; "Hayır, bir gün birinin en yüksek tepeye ulaşıp onu bulacağına eminim." Bir süre düşündükten sonra, üstün tanrı çözüm bulur:
"Bütün insanlığın bu güç kaynağını, potansiyelini ve amacını bu gezegendeki tüm erkeklerin, kadınların ve çocukların kalplerinin içine koyacağım, çünkü oraya bakmak hiçbir zaman akıllarına gelmeyecektir."

“Aşkın da sevginin de üç tane cemresi vardır.

Önce göze, sonra gönüle, en son da ruha düşer.

Göze düşerse beğeni olur, gönüle düşerse aşk olur,

Ruha düşerse vazgeçilmezin sevgin olur…”

Saygı ve sevgilerimle.