Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Fatih Kar, “Tip 2 diyabet erişkinlerde görülen şeker hastalığı tipidir ve genelde 30-35 yaşından sonra görülmektedir. Toplumumuza baktığımızda da git gide artan bir diyabet insidansı görüyoruz. Toplumun yaklaşık yüzde 13-14’ü diyabet hastası. Bu ciddi bir tehdit. Ve biz biliyoruz ki, bu yüzde 14’lük grubun içindeki yüzde 90-95’lik bir kesim tip 2 diyabet hastası. Ve bunların da yaklaşık yüzde 80’i şeker kontrolünü yeterince sağlayamıyor. Problem insülin yokluğundan değil insülin kullanımından kaynaklanıyor. Dokular insüline karşı direnç geliştirerek insülinin hücre içine girişini engelleyerek, fonksiyonunu bloke ediyor. Şeker hastalığı öyle bir problem ki, pankreas dediğimiz organ insülin salgılayan hücrelere sahip ve bunların belirli bir miktarı var. Zaman ilerledikçe, kişi yaşlandıkça buradaki hücreler de fonksiyonlarını kaybedebiliyorlar. Biz doğduğumuz zaman bizim buradaki hücrelerden kaynaklanan hem insülin salgılayacak hücre adedimiz hem de potansiyelimiz mevcut. Bunu ideal bir şekilde kullanarak bu süreci şeker hastası olmadan çok uzun yıllar devam ettirmek, biraz genetik faktörlerle de ilgili ya da çok daha erken sürede şeker hastası olabilmek biraz bizim yaptıklarımızla alakalı" dedi.
Kar, şeker hastalığının önlenmesi ya da en kötü ihtimalle erken evrede tedavisi ana temel olduğunu belirterek, "Bu yüzden kişilere düzenli ve sağlıklı beslenme ile hareketli yaşamaya yönlendiriyoruz. Asansör, araba ve bilgisayarlar hayatımıza bu denli aktif bir şekilde girdiğinden bu yana hareketsiz yaşam arttı buna bağlı olarak da obezite de korkutucu rakamlara ulaştı. Bununla beraber diyabet ve kalp damar hastalıkları da artış gösterdi. İnsanlar en basitinden asansör yerine merdiven kullansa, ki araştırmalar asansör kullanmamanın kişiye yılda 2-3 kilo hatta bazı durumlarda 6-7 kilo verdirdiğini gösteriyor. Kişiler ayrıca araba kullanmak yerine yakın mesafelere yürüyerek gitmeyi tercih etse, bilgisayar için ayırdığı zamanın yarım saatini yürüyüş yapmaya ayırsa sağlığı için ciddi bir adım atmış olacak. Öte yandan yediğimiz, içtiğimiz rafine gıdalar ve fastfood kültürü de hastalıkların habercisi. Eskiden süt, ekmek, yoğurt doğal ortamda üretilirmiş ama günümüzde öyle değil. Tavuk, ekmek, hazır yoğurt bizim önermediğimiz gıdalar. Kullanılan buğday, un kalitesi eskilere göre çok değişmiş durumda. Bunlar glisemik endeksi yüksek gıdalar, vücuda girdikleri zaman çok fazla insülin salgılatıyorlar. Çok fazla insülin salgılanınca da vücutta bir sürü tepkinin tetiği çekilmiş oluyor. Kişiler kilo alıyor ve metabolik sendrom dediğimiz tablo ortaya çıkarak hasta kilo alıyor. Buna tansiyon yükseklikleri eşlik ediyor. Kandaki lipit düzeyi tabloları bozuluyor ciddi anlamda damar tıkanıklıkları başlıyor. Kişiler şeker hastası oluyor. Bu yüzden mümkün olduğu kadar doğal gıdayı tercih etmek lazım. Özellikle ev yapımı yoğurt hem prebiyotik zengini hem de diyabet de dahil pek çok hastalığa karşı kalkan görevi görüyor. Öte yandan insanlar varsa bahçelerinde ya da balkonlarında kendi domates, salatalık, biber gibi sebzelerini yetiştirebilirler. Bu hem stresten uzaklaşmanızı sağlayacak hem de sofranıza sağlık katkısı olacaktır. Korunmak bu faktörlere dikkat etmek ve önlem almak bizim elimizde. Ancak elimizde olmayan genetik faktörler var. Genetik faktörlerden dolayı da diyabet hastalığına yakalanabiliriz. Burada da öncelikli tedavi planlaması hareketli yaşam, düzenli egzersiz, sağlıklı ve doğru beslenme ile şekerin kontrol altına alınmasını sağlamaktır. Bu aşamada tedavi başarılı olamıyorsa medikal tedaviler devreye girer, bundan da sonuç alınamaması durumunda ise insülin tedavisi başlıyor. Bu hastalarda problem insülin yokluğu değil insülin fazlalığı olduğu için, insülin başlandığı zaman insüline bağlı sıkıntılar oluşabiliyor. İnsülin kilo artışına neden olan bir hormon. Zaman içinde bu hastalarda şeker dengesi sağlanamazsa ki, tip 2 hastalarında bunun sağlanamama olasılığı çok yüksek, o zaman kandaki yüksek şekerin bir takım yan etkileri ortaya çıkıyor. Gözler, böbrek, damarlar, bacaklar, kalp, ana damarlarda sıkıntı çıkıyor ve geri dönüşü olamıyor. Bu safhada da son dönemlerde çok popüler olan diyabetik cerrahi devreye giriyor" dedi.
Diyaetik ameliyatların sihirli bir değnek olmadığının altını çizen Kar, "Bu ameliyatla hastaların insülin depoları aynı şekilde kalıyor, insülin kullanma oranını düşürüyoruz. Bu da bağırsakların son kısmına gıdaların erken ulaşmasını sağlayarak oradaki şeker üzerinde olumlu etkisi olan grup hormonu kanda arttırarak şeker üzerinde koruyucu bir etki yapmasını sağlıyoruz. Hasta eğer ameliyat olmasına rağmen çok yüksek glisemik endeksli gıdalar tüketecek olursa yine hastalık görülebilir. Tabi eskiye nazaran daha düşük olur değerleri ama kalan depoların hastanın hayatındaki süre boyunca ne kadar sorunsuz bir yaşam vadedeceği diyetle alakalı. Bu dönemde bizim klasik diyet listelerimiz var hastaneden çıktıktan sonraki ilk 15 gün, 1 ay, 3 ay ve yaşam boyu dikkat etmesi gerekenler konusunda. Ana hatları ile şekerden ve hamurlu gıdalardan olabildiğince uzak durmalarını öneriyoruz. Protein içerikli gıdaları bol bol tüketmelerini öneriyoruz özellikle ızgaralar et ve ızgara balık gibi. Et özellikle demir içeriği açısından çok önemli. Bu ameliyatla dönem dönem demir eksikliği gözükebiliyor, ancak hasta kaliteli gıdalarla beslenirse bu eksiklik de görünmeyebiliyor. Şeker ameliyatlarından sonra hastalar ömür boyu vitamin kullanmak zorunda değiller ihtiyaç olduğu zaman bunu kullanıyorlar. Bu tamamen beslenme şekli ile alakalı" dedi.
Kar, ameliyat sonrası beslenmede dikkat edilecekleri şöyle sıraladı:
"Izgara et, ızgara balık, ev yapımı yoğurt, mevsim sebzeleri tüketilebilir. Kuru dut, kuru üzüm, kuru kayısı, doğal soya sütünden yapılmış tatlıları rahatlıkla tüketebilirler. Kuru yemiş tüketmelerini tavsiye etmiyoruz. Ancak kavrulmamış; çiğ badem, çiğ ceviz, çiğ fındık tüketebilirler.
Meyvelerin früktoz içerdiği unutulmamalıdır. Özellikle karpuz, kavun, portakal, mandalina gibi meyveler dikkatli kullanılmalıdır. Diğer meyvelerin de ölçülü tüketilmesini tavsiye ediyoruz”. (