Sessizlik hakimdi insanı ürküten. Etraf dağlarla çevriliydi. Yüksek yamaçlı ara ara kayalıkların olduğu. Dağların bir bölümünde göze takılan hareketlenmeler vardı o derin sessizliğe engel olan. Evet o kıpırtılar dağ keçilerinin ta kendisiydi. Kendi hallerinde yaşam mücadelesi veriyorlardı. Kah toplu halde bir aradalardı, kah birkaç grup halinde, kah gruptan uzaklaşmadan tek tek bir yerlerde keşfediyorlardı ortamı.

Sonra, bir şey oldu o soğuk, donuk, gri gökyüzünde çığlık gibi bir ses yankılanarak bozdu derin sessizliği. Hızlı, acı, korkunç bir kanat sesiydi bu. Gökyüzünü yararak korkunç ihtişamıyla beliren ve yukarıdan aşağıya en hızlı emin haliyle süzülerek gelen şey KARTAL’dı. Neredeydi, hangi ara, nasıl bu kadar sinsice belirledi hedef kitlesini. Avını takip mi etmişti, pusuda mıydı yoksa? Saniyeler içinde indi, gözüne kestirdiği keçiye pençelerini taktı ve ortalık toz duman…

Bütün keçiler şaşkındı; kimi kaçıyor, kimi kartalla pençeleşen keçinin yanına doğru koşuyor, kimi ise kımıldamadan sadece olayı izliyordu. Dağ keçisi ve kartalın mücadelesiydi bu!

Biri av…

Diğeri avcı…

Kartal sürüklüyordu keçiyi… Pençelerinden kurtulmak ne mümkün lakin teslim olmamalıydı savaş vermeliydi av…

Yamaçlı dağlarda keçi koşarken sırtında kartalın pençeleri bir umut diyordu elbet. Koşarken ara ara kayalıklara çarpmak kartalla beraber iyi akıldı aslında, bir nebze duraklatıyor onları ama tekrar kaldıkları yerden de devam etmeleri gerekiyordu. Öyle de oldu. Canı yanıyordu avın belliydi seslerden. Avcı kavrayamasa da hedefini tam, o da pes etmedi kilometrelerce koştular. Sonunda kartal hedefinin güçlü akıbeti karşısında vazgeçip olanca hışmıyla, öfkesiyle tekrar gökyüzünün en derinlerine kanatlarını acı acı çırparak uçup gitti. Dağ keçisi ise aldığı darbeleri hiçe sayarak hala koşuyordu, başarmıştı, hayatta idi. Zafer bu sefer onundu. Ruhu, bedeni derin yaralar alsa da…

Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide kalabilmekti,

Onca acıyı da sevinci de sığdırabilmekti,

Yaralarımızı yarınlarımıza örnekleyebilmekti,

En çok güvendiklerimizin sınavlarımızdan geçebilmesiydi HAYAT…

Bir yerlerde okuduğum yazı adeta beynimi yakıyor!…

“Denizleri düşünüyorum. Şu anda hangi balık hangisini kovalıyor? Nasıl bitecek bu maceranın sonu bilmiyorum?”

Can yakanın; canının yanması umuduyla…

Sevgi ve saygılarımla…

Grinin en soğuk, en donuk haliydi gökyüzünün o gizem dolu hali…

Sessizlik hakimdi insanı ürküten. Etraf dağlarla çevriliydi. Yüksek yamaçlı ara ara kayalıkların olduğu. Dağların bir bölümünde göze takılan hareketlenmeler vardı o derin sessizliğe engel olan. Evet o kıpırtılar dağ keçilerinin ta kendisiydi. Kendi hallerinde yaşam mücadelesi veriyorlardı. Kah toplu halde bir aradalardı, kah birkaç grup halinde, kah gruptan uzaklaşmadan tek tek bir yerlerde keşfediyorlardı ortamı.

Sonra, bir şey oldu o soğuk, donuk, gri gökyüzünde çığlık gibi bir ses yankılanarak bozdu derin sessizliği. Hızlı, acı, korkunç bir kanat sesiydi bu. Gökyüzünü yararak korkunç ihtişamıyla beliren ve yukarıdan aşağıya en hızlı emin haliyle süzülerek gelen şey KARTAL’dı. Neredeydi, hangi ara, nasıl bu kadar sinsice belirledi hedef kitlesini. Avını takip mi etmişti, pusuda mıydı yoksa? Saniyeler içinde indi, gözüne kestirdiği keçiye pençelerini taktı ve ortalık toz duman…

Bütün keçiler şaşkındı; kimi kaçıyor, kimi kartalla pençeleşen keçinin yanına doğru koşuyor, kimi ise kımıldamadan sadece olayı izliyordu. Dağ keçisi ve kartalın mücadelesiydi bu!

Biri av…

Diğeri avcı…

Kartal sürüklüyordu keçiyi… Pençelerinden kurtulmak ne mümkün lakin teslim olmamalıydı savaş vermeliydi av…

Yamaçlı dağlarda keçi koşarken sırtında kartalın pençeleri bir umut diyordu elbet. Koşarken ara ara kayalıklara çarpmak kartalla beraber iyi akıldı aslında, bir nebze duraklatıyor onları ama tekrar kaldıkları yerden de devam etmeleri gerekiyordu. Öyle de oldu. Canı yanıyordu avın belliydi seslerden. Avcı kavrayamasa da hedefini tam, o da pes etmedi kilometrelerce koştular. Sonunda kartal hedefinin güçlü akıbeti karşısında vazgeçip olanca hışmıyla, öfkesiyle tekrar gökyüzünün en derinlerine kanatlarını acı acı çırparak uçup gitti. Dağ keçisi ise aldığı darbeleri hiçe sayarak hala koşuyordu, başarmıştı, hayatta idi. Zafer bu sefer onundu. Ruhu, bedeni derin yaralar alsa da…

Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide kalabilmekti,

Onca acıyı da sevinci de sığdırabilmekti,

Yaralarımızı yarınlarımıza örnekleyebilmekti,

En çok güvendiklerimizin sınavlarımızdan geçebilmesiydi HAYAT…

Bir yerlerde okuduğum yazı adeta beynimi yakıyor!…

“Denizleri düşünüyorum. Şu anda hangi balık hangisini kovalıyor? Nasıl bitecek bu maceranın sonu bilmiyorum?”

Can yakanın; canının yanması umuduyla…

Sevgi ve saygılarımla…