Şu yukarıdaki evlerden bir tanesi ananemin ve dedemin evi. Hemen yanında benim büyüdüğüm ev duruyor. Dağın karşı tarafında babaannemin evi vardı maalesef yıkıldı. Kentsel dönüşüm aldı götürdü tüm anılarımızı. Şimdi bomboş gibi görünüyor fakat ben orada sıra sıra evler görüyorum. Koşturduğum sokakları görüyorum. Düşüp dizimi kanattığım, Nermin teyzenin oğlunun teneke şişesini top yapıp oynarken dudağımı patlattığını görüyorum. Gamze’yle ip ağladığımız yerler birde hiçbir zaman Kurana geçemediğimiz camii... Cami hocası aynı zamanda tüpçüydü minnacık bir arabası vardı, sipariş geldiği zaman uslu duranı arabanın arkasında götürüp getirirdi bu bizim için en büyük mutluluktu. Eskiden böyle şeylerden mutlu olurduk, şimdi büyük (!) kaygılarımız var... Bizi esir alan kaygılarımız...

Neyse, biraz aşağıda ise benim doğduğum ev duruyor. Sağolsunlar onu daha kentsel dönüştürememişler. Anılarımızın üstüne binalar dikmeye devam eden belediye, evin üstüne ev yaparken ellerini ovuşturan bir adam...

Şaziye halanın bizi küçükken kovalayan kazlarını yeni yeni unutmaya başlamışken, mahallede yeni yeni kaz yetiştirmeye başlayanlar olduğunu gördüm. Bizi kovalarlarken, ‘Köpek mi kaz mı belli değil’ diye espri yaparken bir yandan mutluluktan havalara uçuyordum. Tıpkı, 10 yaşına inmiş bir kız çocuğu gibi...

Bir yandan da içimizi hüzün kaplıyor. Beton yığınlarından anılarımın tamamını görmek artık biraz güç. Yukarıdan baktığım zaman, Nimet amemin civcivlerini kovaladığım anları göremiyorum mesela. Ya da Yeter halanın evi ve Türkan Halamın (beni küçükken gadalarını alırım diye sevdiği için ona gada derdim) bembeyaz çamaşırlarını yerle bir ederken annemin beni kovaladığını göremiyorum. Bunun da ‘Arkası yarın’ sevgili okur hoşçakal...

*gada: günah

seydakose 1

seydakose 2

seydakose 3