Bugünlerde sürekli bir asgari ücret 2025 de ne olacak ne kadar artış olacak bu tartışmalar gündemde.
ASGARİ en az demektir.
Yani en az ödenecek maaş tutarıdır.
Asgari ücret alacak olan çalışan kesim özel sektörde çalışan ve maaşını özel sektörden alan çalışanlardır.
Asgari ücretin bir kıstasa bağlanması ve sınırlandırılması gibi bir sistem çokta doğru değildir diye düşünüyorum.
Özel sektör bu asgari ücret konusunda çok da huzurlu ve mutlu olmasa gerek.
Çalışanın performansı, kuruma katkısı, becerisi vesaire çalışanın ücretinin belirlenmesinde önemli olması gereken unsurlardır.
Maaşı asgariye endekslemek yerine asgari dediğimiz ücretin alt ve üst rakamlarını yetkililerin belirlemesi işverenin de bu minvalde çalışanın konuşlandırması daha doğru olacaktır.
Demem odur ki.
Çalışanın alacağı ücreti çalışanın performansı ve işverenini onu takdir edip iyileştirmesi ile tatminkâr ücrete tabii tutması en güzeli olacaktır.
Asgari ücretin bugünkü miktarının çok daha altında maaş alan emeklileri de düşünmekte fayda vardır.
Emekli olmak ülkemizde çoğunluğu ekonomide ciddi bir darboğaza sokmaktadır.
Hanelerin olmazsa olmazı ekmek, un, yağ, şeker ve saymakla bitmeyecek ana gıda, ihtiyaçlarını ve onların etiket fiyatlarını görünce emekliye sadece ‘Allah yardım etsin’ demekten başka bir şey diyemiyoruz.
Üreticinin tarlasında kalan ve duyumuma göre kilosu 2 TL’den alıcı bulamayan domates ile çarşıda pazarda kilosu en az 50 ve 80 TL arasında olan domatesi görünce bu ters orantılı fiyat artışlarının üreticiden pazara gelen yoldaki aracıların ülkeye çok da dostça bir yaklaşımları olduğunu da elbette düşünemeyiz.
Aynı durum süt ve süt ürünlerinde de izlenmektedir. Bu kadar çetrefilli bir üretim tüketim endeksinde bir de hileli gıdaları duydukça el insaf diyoruz.
Bunun yanı sıra.
Vatandaşımız kimi zaman da organik ürün alma sevdasını yaşarken menşei belirsiz ürün ve gıdalara da ederinden fazla ücret ödüyorlar. Bu da işin bir başka boyutudur.
Yani hangi pencereden bakarsak bakalım sebepte sonuçta insana dair olarak yerini almaktadır.
Şehrimizin bir başka karmaşık durumu da TRAFİK.
Kiçikapı’dan İnönü Bulvarı’na doğru bölünmüş yolda geliş ve gidişte nerede ise her elli metreye yaya geçidi çizgileri yapılmış, hem de dikkat işaretli kırmızı çizgide bariz çizilmiş.
Bunların hepsi çok güzel…!
Lakin hele hele Merkez Bankası’nın oradaki iki çizgili yerde araçlar yayaların karşıdan karşıya geçmesi için nerede ise ricacı olacaklar.
Birçoğumuz hem sürücü hem de yayayız.
Yayalarımızın kimileri karşıdan karşıya geçerken nerede ise santim santim yürümeyi tercih ederken bir de o noktada bekleyen sürücülere ‘bekleyinnn’ der gibi bakış atmaktadırlar.
Neden mi o noktada? Eğer kaldırımdan asfalta yaya adım atmışsa ve araç geçmeye kalkışıyorsa araç sürücüsü hatırı sayılır bir cezayı e-devletinde görüyor.
Bu gibi güzergâhlarda nerede ise ellişer metre aralıklarla yaya geçitlerinin olması hem araç trafiğini aksatıyor hem de aşırı araç yığılmalarına sebep oluyor.
Trafikte her bireye düşen vazife.
Empati.
Yayalar sürücülerin yerine kendilerini.
Sürücüler de yayaların yerine kendilerini koyarlarsa bu durum sorunsuz hallolur.
Ama yine de köklü bir çözümün belediyelerce yapılabileceği kanısındayım.
Analitik bir düşünce ve proje esası ile sorunsuz trafik sisteme girecektir.
Ana yollar Büyük Şehir Belediyesinin bünyesinde olduğu için bu gibi güzergâhlara daha sağlıklı çözümler getirilmesi gerekir.
Ben de buradan Başkan Büyükkıç’a vatandaşınızı rahatlatacak hem yayayı hem araç sürücüsünü huzura kavuşturacak yeni çözümler getirmeniz gerekir diye sesleniyorum.
Umarım sesimizi duyar ve bu soruna çözüm bulur sürücülerde şu ekonomik dar boğazda sürekli ceza yemezler diyorum.
Okulların açık olduğu bu günlerde özellikle öğrenci servislerinin gerek okul önlerinde gerekse öğrencileri evlerinden alıp ve geri getirmedeki duraklama esnalarında. Karşıdan karşıya geçmesi muhtemel olan öğrencilerin geçmelere diğer sürücüler imtina ile yaklaşmalıdır. İlk geçiş hakkını onlara vermelidirler.
Trafikte ve tüm yaşantımızda yollarımız hep açık olsun diyorum.
Esen kalınız.