Müziğinin yanı sıra bir çok uluslararası ödüller alan yazar Zülfü Livaneli’nin Huzursuzluk, Serenad ve Son Ada gibi okumaktan büyük keyif aldığım kitaplarının ardından beklediğim gibi çıkmadığını itiraf ettiğim bir kitap; Elia ile Yolculuk...
Kitaptan bahsetmeden önce kitabın güzel kısımları, ilgi çekici hatta şaşırtıcı bölümleri var ancak diğer kitaplarından aldığım tadı bu kitapta bulamadım açıkcası.
Kitabın kahramanı, dünyaca ünlü sinema ustası ve yazar Elia Kazan...
Elia, Kayseri, Germir kökenli bir ailenin çocuğu, tabi ki kitabın girişinde bir de Livaneli’nin Elia ile Kayseri’ye yapacakları geziden bahsetmesi bir Kayserili olarak çok ilgimi çekti. Hemen okumaya başladım.
Önce Elia’yı kısaca tanıtıyım. Kayseri, Germir’de Rum kökenli anne babanın oğlu olarak İstanbul’da dünyaya gelen Elia Kazancıoğlu, 4 yaşındayken ailesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) göç ediyor. Elia Kazan 1952'de, geçmişinde komünizme bulaştığı için "Amerika'ya Karşı Çalışmaları Araştırma Komisyonu" önünde ifade vermeye çağrıldı ve dönemin birçok sinema çalışanını ihbar etti. Senatör McCarthy döneminde komünist sinemacıların üzerine inen balyozla birlikte birçok sinemacının da hayatı değişir. İşte Kazan, bu dönemde komünist sinemacıların isimlerini heyete söyleyerek –ispiyonlayarak- ömür boyu taşıyacağı bir hata yaptığını düşündü.
Kazan’ın hüznü, pişmanlıkları, umudu, mutlulukları, acıları anlatan kitapta Germir’e giden ikili orada hayal kırıklıkları ile karşılaşır. Bekledikleri gibi bir tarih bulamazlar ve Elia Kayseri’de babasının halıcılık yaptığı dükkâna gittiğinde yalnız kalıp geçmişiyle vedalaşır.
Ve bu kitabı okuduğumda adeta Elia Kazan’ın yaşadığı vicdan azabı anlatılıyor. Yani Livaneli adeta ‘vurmayın yeter’ diyor bu kitabında. Kayseri gezisi ise sadece kitabın sonlarına doğru üç beş sayfadan ibaret.
Yani gezinin yanı sıra tabi dediğim gibi ilginç bildiler de var. Mesela Fatih Sultan Mehmet ile ilgili söyledikleri çok ilgimi çekmiş ve tarih bilgimizin adeta çok az olduğunu gözler önüne seriyor.
Kitabın bir bölümünde şu ifadeler yazıyor: “1453’te Kostantinapol’ü Türkler aldığı zaman Roma medeniyeti sona ermedi. Sultan Mehmet, Yeni Roma İmparatoru oldu. Zaten resmi unvanı da Kayser-i Rum idi. Yani Roma Sezar’ı. Çok iyi Yunanca ve Latince biliyordu. Homeros’u okuduktan Truva’ya giderek Aşil’in mezarını ziyaret etmişti. Papa Pius’a Helenlere karşı Truva’nın ve Hektor’un intikamını alacağını yazmıştı. Kendisini yetiştiren üvey annesi Mara Brankokoviç ve karısı da Ortodoks idi. Hiçbir zaman İslam’a dönmemişlerdi. Savaşırken elde kılıç ile ölen Kostantin Paleolog’un iki yeğeni –ki zamanı gelince Bizans İmparatoru olabilirlerdi- Sultan Mehmet tarafından vezir yapıldılar. Mehmet öldüğünde kendisini Büyük Kostantin Justinianos , Theodora, Zoe ve diğerlerinin yattığı yere gömdürdü. Hristiyan karısını da…”
Fatih Sultan Mehmet Roma Sezar’ı olmuş. Bunu İlber Ortaylı’nın kitaplarını ve tarih kitaplarını okuyarak teyit edeceğim. Ama ilk defa bu kitapta öğrendim bunu ve çok garibime gitti.
Tabi kitabın büyüsünü bozmak istemem ancak mesela Livaneli kitaplarında hep bunu yaşıyorum, sürekli söylediklerini yazıp araştırıyorum, bu kitabın bir bölümünde de Elia’nın Sis adli filminde küçük bir rol aldığından bahsetmiş, kitabın yarısında açtım o filmi bile izledim.
Daha fazla detaya girmeden konuyu kapatıyorum. Okumak isteyenlere ön bilgi olarak bu köşemizi de buraya bırakıyoruz.