Aklınıza gelebilecek her sanat dalı, bilim dalı ve daha nicesi Yüce yaratanın ilmi ile kuşatılmış, çepeçevre sarılmıştır. Hangi sanattan bahsedersek edelim, geçen haftaki yazımızda da anlattığımız gibi onun yarattıklarını taklit etmekten ileri gidemeyiz. Kendimize şu soruyu sorduğumuzda ve mantıklı düşündüğümüzde sonuca ulaşmamış gayet kolay alacaktır. ‘’İlk yaratılan insan H.Z Âdem peygamber, sanatın ve bilimin bahsettiği ilk insanlar gibi ilkel miydi ?’’ Bu soru aklımızın bir köşesinde beklerken bende sizlere sanatın öyküsünden biraz bahsetmek istiyorum.
Geçen hafta sizlere Sanatın iki atası Dans ve Tiyatronun ortaya çıkışından bahsetmiştim. Bu konuyu araştıran sanat tarihçileri ikiye bölünmüşler, kimine göre ilk sanat dalı Dans kimine göre Tiyatrodur. Bana göre ikisi de birbirini tamamlayan aslında iç içe olan farklı sanat dallardır. Fakat genel bir perspektiften baktığımız zaman ise tiyatronun içinde dansın barındığını açıkça görmekteyiz. Hem bu yüzden hem de yukarıdaki sorunun cevabını alabilmek için, tiyatro tarihine bir göz atalım.
TİYATRONUN TARİHİ
İnsanlık tarihini araştırdığımızda, farkında olmasalar da aslında insanların en baştan beri sanatla iç içe yaşadıklarını net bir şekilde görmekteyiz.Tiyatro da kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Bunlar İlkel Tiyatro ve Yüce Yunan tiyatrosudur. Sanatı daha iyi kavrayabilmek için öncelikle ilkel Tiyatrodan bahsetmek istiyorum.
İLKEL TİYATRO
Kendimizi çok eski çağlarda düşünelim, mağaralar ve mağara adamları, mamutlar çağı… Gece hep beraber bir ateşin çevresinde oturuyoruz, Guşu, Okoma,Punt , küçük dowie , hepimiz ateşin bir yanındayız . Bir yanında ise soyun önderleri yan yana oturuyorlar en güçlü erkekler, en hızlı koşanlar, en iyi dövüşenler, en çok dayanıklılar. Onlar bir aslan öldürdüler bu gün. Hepimiz bu coşturucu olayın içerisindeyiz. Hep onu konuşuyoruz. Aslanın derisi ateşin yanında uzatılmış duruyor. Birden önderlerden biri ayağa kalkıyor. ‘’ Ben öldürdüm aslanı ben! Ben kovaladım! Üstüme atıldı! Sapladım mızrağımı! Yere yıkıldı! Cansız kaldı!’’ Bize anlatıyor. Dinliyoruz hep birlikte. Sonra aklına birden bir şey geliyor. Bu size ilk yazıda bahsettiğimiz ilkel sanattan biraz farklı. Bu tiyatronun başlangıcı. Konuşmaya devam ediyor lider…
‘’ Daha iyi anlatacağım size! Bakın! Şöyle oldu… Şimdi gösteriyorum… Çevremde toplanın. Sen, sen ve bir de sen buraya, yaklaşın iyice, yanıma gelin… Sen Guşu , şuraya geç ve aslan ol . İşte derisi aslanın, giy üzerine. Sen aslansın ve ben şimdi nasıl öldürdüğümü sizlere göstereceğim.’’ Diyor lider. Guşu deriyi alıyor ve üzerine giyiyor. O zamana kadar ki olan doğa ve hayvan gözlemlerini oturduğumuz ateşin etrafında sergileyeceğini nereden bilebilirdi Guşu. Şimdi bir aslan oldu ve onun gibi davranıyor. Biliyoruz ki, O kişi Guşu, aslan değil fakat biz de o anda olabilmemiz için Guşuyu aslan yerine koymamız gerekiyor. Onlar bize olayı anlatmıyorlar, söylemiyorlar, gösteriyorlar. Bu iki insan bizlere yaşadıkları bir olayı yeniden canlandırıyorlar. İşte bu iki insan Sanatın öyküsünde tiyatronun ilk adımları atıyorlar. Hepimiz heyecanla bu ilk oyunu izliyoruz. Çığlıklar yükseliyor, onlarla birlikte bizde bağırıyoruz. Mızrak savruluyor. Aslan düşüyor, cansız kalıyor. Tiyatro sona erdi.
İnsanlar bu gecenin sonunda gelecek avın daha iyi geçmesi için bunu bir tören haline getiriyorlar. Her avdan önce bu töreni tekrar ediyorlar. Töreni düzenleyenler yani rejisörler ortaya çıkıyor. Kendilerine göre hareketler geliştiriyorlar. Bu törenlere en iyi örnek, Kuzey Missouri’deki Mandan Kızılderililerinin etsiz kaldıkları zaman başvurdukları ‘’ Buffalo gel dansı’’ olabilir.
İlkel Tiyatro Ve Dans
Kuzey Missouri’deki Mandan Kızılderililerinin etsiz kaldıkları zaman başvurdukları bu dans, hem bir tiyatro oyunun hem de bir dans gösterisinin iç içe olduğu bir görsel sanat dalı örneğidir. Bu dansı özel kılan ise ilkel Tiyatronun güzide bir temsilini barındırmasıdır. Kızıl derili halk etsiz kaldıklarında, bir kanyonun içerisinde daire oluşturuyorlar. Başlarında töreni gerçekleştiren büyücü bulunuyor. Büyücünün talimatı ile önceki avlarda eldi edilen buffalo derileri, boynuzları vs takınmış dansçılar bir daire oluşturuyorlar. Çeşitli sesler çıkararak dönmeye başlıyorlar. Yorulan dansçı kendini yere bırakıyor. Çemberin dışında bekleyen oyunun diğer oyuncuları da onu ölmüş bir buffalo gibi düşünüp derisini yüzmeye başlıyorlar. Bir buffalo avlandığın da nasıl bir işlem uygulanıyorsa aynısını oyuncuda da uyguluyorlar. Ardından yorulan oyuncudan çıkartılan postu diğer dansçı giyip oyuna devam ediyor. Bu dansın buffalo sürüsü gelene kadar yapıldığı söyleniyor.
Dansın ve tiyatronun ilkel olarak kabul edilen insanların hayatında ne kadar önemli bir yer kapladığını bu örnekten açıkça anlayabiliyoruz. Tiyatro sanatının en önemli unsurlarından biri de maskedir. Buffalo gel dansında görüldüğü gibi maskenin ya da kostümün bu tür ritüeller için çok önemlidir. Tiyatroyu anlatırken maskeyi es geçmek istemiyorum.
HAYVAN MASKELERİ (İlk maskeler)
Maske ilkel tiyatrodan da eskidir. Geçen hafta bahsettiğimiz ilkel sanatla bağlantılıdır. Bahsettiğimiz gibi ilk maskeyi kullanan avcıların maskeleri, bir hayvan başlığı ve derisinden başka bir şey değildi. İnsan elinden çıkma, insan yapısı bir güzelliği, bir gücü olan maskeler ise avcıların midelerini doldurmaktan öte amaçlar edinmeleri ile başlar. Bu çeşit maskeler dünyanın her yerinde günümüzde de kullanılmaktadır.
İlkel olarak adlandırılan insan niçin maske yapma gereği duymuştur? Biri animizm diğeri de totemizm diye anılan iki inanç var ilkel dinlerde. Maske yapmanın gerekçeleri olarak bu iki inanç öne sürülüyor.
ANİMİZM
İlken insan çevresindeki her şeyde kalıbından, dış varlığından ayrı bir öz olduğuna inanıyor. Bu öz bir ‘’anima’’ ya da ruhtur. İnsanın kendisi de öyle, vücudu ile ruhu ayrı. Siz evinizde yatarken ruhunuz gezebilir, bu gezintiyi düşünüzde görebilirsiniz. Animizm inancına göre ateşinde bir ruhu vardır. Çalının, ırmağın, ağacın da bir ruhu vardır. İnsan ölünce ruhu vücudundan ayrılır, ama yok olmaz, gidip bir taşa ya da başka bir şeye, bir çiçeğe girebilir. İçine ruh giren o şey bir güç kazanır,’’fetiş’’ olur. Bu inanca göre bir yapraktaki ya da bir taştaki ruhun gücü, insanın içinde bulunan ruhun gücünden daha fazladır. Onunla başa çıkmak daha zordur. Her şeyden önce öldürülmez, istediğinde başka bir varlığa geçebilir. Ruhların önemi arttıkça ve bu inanç insanların akıllarına daha çok yattıkça insanın maske yapma isteği daha da çoğalıyor. Maske ilkel insanın ruhları kendinden yana çekmesine yarayan, tabiata yön vermeye çalışan büyülerin güçlenmesini sağlayan bir anima kalıbı, bir fetiş oluyor.
TOTEMİZM
Hayvanların etinden ve sütünden yararlanan insanoğlu, onlardan başka türlü de yararlanmayı amaçlıyor. Ruh ölümsüzdür ama acı çekemez değildir. İnsan yapısından insan bedeninden daha güçlü bir bedene girerse, yaralanma acı çekme olasılığı azalır. Aslan, fil, ya da yılan ilkel bir topluluğun acı çekmemelerini istekleri ruhlar için sağlam ve tehlikesi en az olan kalıplar. O hayvanlar da yaşadıkça içerisindeki koruyucu ruhlarda rahata ererler. Topluluğa her hangi bir kötülük gelmesini engellerler. Onları korurlar. O hayvan o topluluğun totemidir. Dolayısı ile bu totem hayvan ‘’ Tabu ‘’ olur. Öldürülmesi veya yaralanması kesinlikle yasaktır. Çünkü toteme atılan bir mızrak topluluğa atılmış bir mızrak demektir. Totem hayvanının çoğalmasına önem gösterilir. Bu toplum yukarıda bahsettiğimiz dini törenlerinde bu hayvanı kullanmak zorundadırlar. Fakat bu hayvanı öldürmek kesinlikle yasaktır. Toplumun bulduğu çare ise o hayvanın maskesini yapmaktır. Kutsal sayılan ruhlar hem o hayvana hem de maskeye girebilir. Dolayısıyla artık yapılan o maske, topluluğu koruyan hayvan kadar kutsal sayılmaktadır. Bu şekilde ise oymacılık sanatının ortaya çıktığı söylenmektedir.
İnanması güç ama maskenin tiyatrodaki ilk rolü bu şekilde başlamıştır ve Yüce Yunan tiyatrosuna kadar devam etmiştir. İlkel insanın ne kadar farklı düşüncelere ve davranışlara sahip olduğu, totemizm ve animizm den görebilmekteyiz. Bunları ilk okuduğumda şaşkınlığımı koruyamadım. En başta sorduğumuz soru halen aklımızda mı? O zaman tarihin tozlu zaman çizelgesinde gezinmeye devam edelim. Şimdi sizleri bir izleyici yeri olmayan ve bir düzeni olmayan tiyatrodan çıkarıp, bir amaca hizmet eden ve oyuncusu, seyir yeri, dekoru olan tiyatroya doğru götürmek istiyorum.
Yüce Yunan Tiyatrosu
Çağlar boyu devam eden ilkel insanın saçma dini törenleri Antik Yunanda da mevcut. Yunan mitolojisinin tanrılarından olan Diyonisos için her sene törenler düzenleniyor. Soylular halktan bu sözde tanrıya bağış yapmalarını ve ona kurbanlar kesmelerini emrediyorlar. Halkta bu dini törenlere katılmak zorunda kalıyor. Diyonisos un hayatının bir bölümünü anlatan oyunlar oynanıyor. Bu tören oyunları halkın çok hoşuna gidiyor. Filozoflar ve bu gelişmiş toplumun önde gelenleri artık halkın bu oyunları oturarak izleyecekleri bir seyir yerinin olması gerektiğini söylüyorlar. Oyununda daha iyi izlenebilmesi için bir yükselti yani sahne tasarlıyorlar. Ve her sene 27 Mart’ta Diyonisos şenlikleri düzenlenmeye başlıyor. Şenliğin ismi ‘’ Büyük Şehir Diyonizyası’’ yani şimdiki kutlanan 27 Mart dünya tiyatro haftası. Oyunlarda ise tanrıların ve insanların arasındaki bağlardan bahsediliyor. Şimdiki trajedi olarak adlandırılan bu oyun türü tiyatro tarihinde ile olarak ortaya çıkan oyun türüdür. Asıl ismi Tragedya dır. Tragedyalarda insanlar hep tanrılara yenilirler ve oyunun sonunda ölürler. Aksi bir oyun zaten düşünülemez çünkü tanrılar yenilirse soylularda yenilmiş olur. Tahtında huzur içinde yaşamaktan kim vazgeçer ki ? Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim bir konuda tiyatro oyunları içersinde kesinlikle kadınların olmaması. Ne sahnede ne de oyuncular arasında bir kadın bunmamaktadır. Kadınların tiyatro ve bunun gibi etkinliklerde bulunması kesinlikle yasak. Maskeler bu oyunlarda da kullanılıyor. Totemizm bu halkta yok. Gelişmiş bir uygarlık ama insanlar bu alışkanlıklarında vazgeçmemişler. Çünkü en başta bahsettiğimiz gibi bir insan Diyonisos olamaz, yalnızca onu tasvir eden bir maske takabilir. Antik Yunanda maske takmanın başka nedenleri var. Bir antik tiyatro düşünelim,7 bin kişinin olduğu bir tiyatro bu. En arkadaki insanlar en fazla avucunuz kadar olan yüzünü görmekte çok zorlanırlar. Fakat büyük bir maske kendini gösterir. Ayrıca bu maskenin içerisinde küçük bir huniye benzer bir megafonda var. Bu megafona benzer alet oyuncuların seslerini de yükseltiyor.
İlkel dini törenlerden kurtulup bir konusu, seyir yeri ve oyunları olan tiyatronun, kısa bir öyküsünü anlatmaya çalıştım sizlere. En başta sorduğumuz sorunun cevabını, yazıyı okurken kendinizin verdiğini düşünmekteyim. Fakat yine de bu yazanın yazarı olarak sizlere Kur’an ı Kerim den ayetlerle açıklamak istiyorum. Soru ’İlk yaratılan insan H.Z Âdem peygamber sanatın ve bilimin bahsettiği ilk insanlar gibi ilkel miydi? Kesinlikle ilkel bir insan değildi. Her konuda birçok ilim ve bilgi Yaratan tarafından ona öğretilmişti.
Sure(BakaraSuresi),31.Ayet
Allah Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi.
Sure(BakaraSuresi),32.Ayet
Melekler,"Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapansensin"dediler.
Sure(BakaraSuresi),33.Ayet
Allah şöyle dedi: "Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle." Adem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, "Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?"dedi.
2.Sure(BakaraSuresi),34.Ayet
Hani meleklere, "Adem için saygı ile eğilin" demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Herhalde sorunun cevabını açıkça gösteren ayetler bunlar. Mantıklı düşündüğümüz zamanda yeryüzünde tek başına olan bir insan, bu kadar ilkellikte nasıl hayatta kalırdı. Üstelik biri kadın… Elbette ilk insan toprağı işlemeyi, ağaçlara biçim vermeyi, yaşanacak ve uyunacak bir barınak yapmasını biliyordu. Peki, nasıl oldu da insanlık böylesine ilkel bir toplum haline geliverdi? Sanırım bunu sağlayanlar Kabilin soyundan gelenlerdi… Çünkü bu bahsettiklerimizin dışında ilkelikten uzak, sanatı ve ilimi daha farklı icra eden topluluklarda var. İslam, ilk kılıcı üretenin Şit Peygamber olduğunu söylerken. Sanat tarihi taştan yapılan küçük bıçaklardan bahsediyor. İdris Peygamber ise terzi idi. Fakat bizler yıllarca mağaralarda yaşayan ilkel insanların kostümlerine baktık. Bu kostümlere yalan veya yanlış demiyorum. Sadece sizlere bu farklılıkları ve zıtlıkları araştırmak için bir gedik açıyorum. Ben sanata İslami açıdan bakıyorum, herkes her açıdan bakmakta özgürdür. Cumartesi günü sizlere Yüce Yunan Tiyatrosundan sonra ortaya çıkan Antik Yunan Tiyatrosundan bahsedeceğim… Sanata her açıdan bakmanız,sizin için her açıdan kendinizi görmenizi sağlar.