İnsanoğlu taklit ederek avlanıyor, taklit ederek ibadet ediyor ve neredeyse taklit ederek yaşıyor. Şimdi şu soruyu sormuş olabilirsiniz… Peki, bu taklit olayı nerede ve ne zaman gerçekleşiyor? Biz hiç dikkat etmedik. Çağımızda bu taklit olayı açık bir şekilde görülmese de emin olun her şey taklit ile nesilden nesil e aktarıyor. Zaman içeresinde bir geri dönüş yapıp ilkel insanların yaşadığı çağa gidersek ne demek istendiğini kesinlikle daha iyi anlayacaksınız.

İLKEL SANAT

Kimi düşünürlere göre yeryüzünde ilk sanat Dans. Dans bütün öbür sanat dallarının anasıdır. Dansın gelişmelerinden şiir, müzik, sonrada bir hikâye, bir olaylar dizisi ile birlikte tiyatro doğuyor. Diğer bir görüş ise sanatın taklit yani tiyatrodan doğduğunu savunur. Aslına bakarsanız bu iki görüşte aynı mumdan çıkan ışığın farklı duvarlara yansımasına benzer. Bu iki görüşü de farklı farklı araştırmakta fayda var.

Önce Taklit (Tiyatro)

Taklit insanın çocukluğundan başlayan, yaratılışından gelme bir özelliğidir, daha önemlisi hayvanlara olan üstünlüklerinden biride budur. En taklitçi yaratık olması, taklit yoluyla öğrenmeyi başarmasıdır. Bir de bütün insanların yaratılıştan gelme bir yanı da, taklide dayanan işleri izlemekten tat almalarıdır. Çoğu ruh bilimci maymunların, köpeklerin, kedilerin ve bunun gibi birçoğunun da bir takım hareketleri taklit etmeyi öğrendiklerini söylemekte, ama insandan daha aşağı hayvanlarda bir taklit içgüdüsü olduğunu kabul etmemektedirler. İnsan doğada taklidi yapılabilecek şeyleri taklit etmekten ve bunu izletmekten hoşlanıyor. Sanatın temelinin de bu hoşlanmada yattığı söylenilebilir. Taklitle anlatma, taklitle avlanma, taklitle yapılan törenler, taklidin yaşamda ne kadar önemli bir yerde durduğunu gösteriyor. Kısa bir senaryo ile bunu anlatmakta fayda görüyorum.

Taklit Yolu ile Avlanma

İlkel bir toplum düşünelim, karınlarını doyurmak için avlanmaya ihtiyaçları var. Fakat avlayacakları hayvanın bile yanına yaklaşmaları neredeyse imkânsız. Bunun üzerine derin düşüncelere dalan ilkel insan, avlayacağı hayvanı gözlemlemeye başlıyor ve ona nasıl yaklaşacağını öğreniyor. Avlanacağı hayvana bir deve kuşu diyelim. Ürkek aynı zamanda algıları çok açık bir hayvan onu avlamak o zamanın araç gereçlerine göre neredeyse imkânsız. İlkel insan kendini deve kuşuna benzetiyor, onun gibi davranmak için ölmüş bir deve kuşu postunu üzerine giyiyor. Eline düz bir sopa alıp sopanın ucuna deve kuşunun başına benzeyen bir başlık takıyor ve onun sesini taklit ediyor. Bu sayede hayvanı kendine çekiyor. Avın bir parçası olan diğer avcı da hayvanı öldürüyor. İnsanların bu taklit olayını ve av organizasyonunu yine diğer hayvanları taklit ederek öğrendiklerini görebiliriz. Bu av şekli araştırmacılara göre Kurtların ve Aslanların avlanma taktiğine benziyor. Pusuya yatan bir Kurt dakikalarca sürünün diğer bireylerinin avı kendine doğru yönlendirmesini bekler ve en uygun zamanda avına saldırır. Doğayla iç içe yaşayan insanın bu olayları gözlemlemesi ve kendi hayatına uyarlaması çokta şaşılacak bir durum değildir. Şüphesiz yer gök bir düzen içerisinde yaratılmıştır. Şimdi bir de önce dans diyenlerin neden bu sanat dalını savunduklarına bakalım…

Önce Dans

İlkel insan yiyeceğini, sığınacağı yeri sağladı mı, arkasından dans gelir. Bu sanat dalını savunanlara göre dans insanın duygularını, düşüncelerini, heyecanlarını ilk ortaya koyuş yolu ve sanatın başlangıcıdır. Uygar insanlar, günümüzün bilgili, iyi bir eğitim iyi bir öğrenim görmüş kişileri bile, aşırı bir heyecanı, bir sevinci hareketlerle anlatma gereği duyarlar. Elini, kolunu oynatır, sıçrar, olduğu yerde dönerler. Dili ve konuşması zayıf olan insanlar duygularını düşüncelerini anlatabilmek için el kol hareketlerini çokça kullanırlardı. Hatta bunu yapmak zorundalardı. Hareketin anlaşma alanında ne kadar önemli olduğunu örnek açıkça ortaya koymuştur. Bir örnek daha verecek olursak bazı tarihçiler Avusturya yerlilerinin el ve kol hareketlerini kullanmadan dertlerini anlatamadıklarını söylerler. Hareketi anlamak ve dansa yönelmenin nedenleri araştırmak için yine Allah’ın harika bir düzen içersin de yarattığı tabiata bakmamız yeterli. Dalgalar belirli aralarla gelir, güneş, ay belirli aralarla doğup batar, yüreğin atışı belli aralarladır. Tabiat ilkel insanı içten dıştan ölçülülüğe, belli bir ritme doğru çeker. Hareketlerle konuşmak, hareketlerle derdini anlatmak en yüksek noktasına dansa ulaşır. İlkel insanların törenlerinde, dualarında, eğlencelerinde Dans ı çokça kullandığını biliyoruz.  Dansın sanatın atası olduğunu savunanlar bu törenlere eğlencelere tiyatro demiyorlar fakat tiyatronun bu şekilde ortaya çıktığını savunuyorlar. Kısacası insanların duygularını ve düşünceleri anlatmakta doğa yardımcı bir rol oynuyor ve ritmi kullanarak ilkel törenlerinde danslı ayinler düzenliyorlar. Bu ayinlerdeki dans birçok sanatın ortaya çıkmasını sağlıyor.

     Gördüğümüz üzere aslında iki sanat dalı da iç içe. Yazının başından beri ne kadar çok ilkellikten bahsettiğimizi fark etmişinizdir. Hangi sanat tarihi kitabını açarsanız açın sanatın öyküsünü hep ilkel insandan yola çıkarak anlatır. Bizim değinmek istediğimiz konunun aslı ise şu sorudan itibaren başlar. İlk yaratılan insan H.Z Âdem ilkel miydi? Birde sanata bu açıdan bakmaya ne dersiniz?