Aslında kitaba başlarken aldığım ‘yarım bıraktım’ gibi bir kaç yorum nedeniyle korka korka okudum, evet başlarda bayağı yordu, ortalara doğru içine doğru çekmeye başladı ve sonlara doğru istemsizce dizlerime vurduğumu bile fark ettim...
Kitap; dibe vuruşları anlatıyor...
Mesela kitabın bir bölümünde tutunmak için çırpınan Selim’in şu sözleri ile titreyip kendime geldim: “İnsan en çok kendiyle ilgilenir; ama bu ilgi bir yönteme dayanmaz ve ‘kendini tanıma sorunu’ bilimsel bir yolla çözümlenmezse sonsuz bunalımlar karanlığına düşer birey. Değerini tam bilmeyen kişi, gereksiz yakınmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider...”
Evet, hani sürekli haberlerimizde ‘bunalıma giren şahıs intihar etti’ ifadeleri kullanıyoruz ya...
İşte bu kitabı okuyunca biraz daha o bunalımın ne olduğunu iyi anlayacaksınız...
Kitabın kahramanlarından olan ve baş kahraman Turgut’un dilinden düşmeyen ve beynindeki Olric isimli hayali düşüncelerden hiç çıkmayan ‘Selim’ çok yaraladı beni... ‘Hayatım hayatımın romanıdır.’ diyen Selim, herkeslere fazla fazla koşmuş da yeteri kadar önemsenmemiş birisi...
Yeri geldiğinde çoğumuz da öyle hissetmez miyiz?
Selim’i kitabı okudukça daha çok iyi anlayıp, tanıyacak ve önemseyeceksiniz... (yani kendinizi...)
Turgut’un not aldığım sözleri de hafife alınmayacak kadar kıymetli: “Ben sadece namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa , o kişi namussuzdur benim için... Ucuz düşüncelerindeki ucuz düzen, ucuz romanların ucuz yaşantısı, ucuz huysuzlukların ucuz saplantısı, ucuz, ucuz, ucuz, ucuzdu... Bütün hayatım boyunca konuştu. Sonunda tutunamayanlar diye bir söz çıkarabildi ortaya; bir tek kelime... Dünya yaşanılır bir yer olmaktan çıkmıştır...”
Eeee daha çok ipucu vermeden bir kitabın sonuna daha gelelim...
Yeni kitaplarda buluşalım...