Üç çocuğum var ikisi erkek biri kız. Büyük olan Ankara’da okuyor, çok iyi bir üniversitede son sınıfta, diğer ikisi de Kayseri’de bir özel okula gidiyor.Neredeyse, 20 yıldır özel okul dünyasıyla iç içeyim. Eksikleri, fazlalıkları, yalanları , doğruları vs. hepsini birebir yaşayarak gördüm, test ettim. Ve artık eğitimde gelinen son nokta diye tanımladığım bir anlayışa hakim ve buna uygun da eğitim alırken (çocuklarıma) ne olduysa oldu, bir sebepten dolayı çocuklarımı gittiği okuldan aldım ve başka bir özel okula verdim. 

Zor oldu, ince eleyip sık dokudum, bağrış çağrış derken  küçük kızım ve ağabeyini aynı okula verdim. Okul pahalı ve kendini beğenmiş gibi geldi ilk etapta. Ama sonra, diğer okullarda olmayanları hesaba katmaya başlayınca, aslında pahalı olmadığını gördüm. 

Mesela diğer okullarda üç öğün yemek yok ama bu okulda var, diğer okullarda öğrenci velileri okulun hakimi ama burada,  okuldaki ince bir çizginin ötesine hiçbirimiz geçemiyoruz. Çizginin ötesinde  çocuklar ve öğretmenlerinden oluşan, onlara özel bir dünyaları var. 

Ve o dünyalarında  çok mutlular.. 

Okulun fiziki şartlarını söylememe gerek yok, Kayseri’de ondan daha iyisi yok. Ne, tıkış tepiş sınıflar ve koridorlar  var  ne de, öğrencilerle “ilgileniyormuş ve seviyormuş” gibi yapan  sahte gülücüklü “ tüccar İstanbul ukalaları” ...!

Laboratuvarlarından, öğretmen kadrosuna, idari personelden hizmetli ordusuna kadar herşeyi o kadar bilerek seçmişler ve oluşturmuşlar ki… 

Neresinden bakarsanız bakın, seviyeli ama samimi, yüklüymüş gibi ama programa uyunca hafif eğitim modeli, sosyal insan olmanın beraberinde,  gerçek manada dünya vatandaşı ve öğrencisi olma odaklı atılan, bilinçli adımlar… 

Neticede, bu okulda, maddeten ve fiziken, diğer okullarda olmayan herşey var .. 

Hem de fazlasıyla.. 

Okulu “bayanlar ordusu” yönetiyor.. Hepsi çok başarılılar, hele hele İstanbul’dan zaman zaman gelip giden bir koordinatör hanımefendi var ki, gerçekten hayatı eğitim olmuş ve şimdi de imbiğinde birikenleri Kayseri’deki okula ve yönetici kadrosuna aktarıyor, onlar da  geleceğimiz olan çocuklara tabi ki..

Sonuçta okulun sahibi Osman Öztürk çok iyi bir şey yapmış, hanımlara güvenmiş ve işini de geleceğimizi de onlara emanet etmiş. 

İyi ki de yapmış.. 

Neden mi  ?

Çünkü onlar Osman Öztürk hocanın parayla sağladığı müthiş ama gerçekten müthiş imkanlara muhteşem birşeyi katmışlar… 

Neyi mi  ?

Sevgilerini…

Bir de analık duygularını…

Sonuçta da, ortaya ne çıkmış biliyor musunuz ?

Bilfen… !

İşte farkı bu BİLFEN’in… Aynı paralarla diğer okullarda,  verilen benzer şeylerin hepsini satın alabilir, hepsini bulabilirsiniz.. 

Bir şey hariç… 

BİLFEN ordusunun yüreklerinden fışkıran şefkat ve sevgi…

Maya sevgi olunca,  başarı  mutlak, kalıcı  ve gerçek oluyor. 

Ve insan da bir kere sevmeye görsün.. Sevdi mi , gerisi geliyor..

Zira benim oğlumu ve tahminim o ki, özel okula giden pekçok çocuğu, Cumartesi sabahı kimse 7’de kaldırıp, okuldaki 6 saatlik İngilizce kursuna, hevesle ve isteyerek götüremez.. Ama Bilfen sevgisi götürüyor…

Evet söylemişlerdi inanmamıştım ama Bilfen önce seviyor, sevmeyi öğretiyor sihirli bir şekilde. 

Ve biliyor ki, bu Bilfen sevgisi karşılıksız kalmıyor..

Eğitim mi ?

Onda ne var ki, sevin yeter, göreceksiniz hiçbir sevgi gerçekten karşılıksız kalmıyor…

Velhasıl şart olan eğitim değil sevgi..

Belki klişe gibi ama insanı sevmek, işini sevmek, çocukları sevmek ve herşeyden önemlisi 

Öğretmeyi sevmek… İşin sırrı bu… 

 Gerisi kendiliğinden oluyor.. 

İşte BİLFEN farkı..! Fark eğitim değil..  

Sevgi… 

Ve okula ilk geldiğim gün  duvarda bir hanımefendinin fotoğrafının asılı olduğunu görmüştüm. Sordum, kim bu dedim.. Osman Öztürk hocanın eşiymiş…

Şimdi anladım.. Sevgi böyle bir şey işte.. Ve  yine anladım ki, yıllar önce birlikte yola çıkan Öztürk çifti yüreklerini koyarak küçük sevgileriyle mayalandırdıkları Bilfen yuvası, bugün Türkiye’nin ve belki de dünyanın iftihar ettiği bir sevgi pastasına dönüşmüş… Ve bu pasta ,İstanbul dışında  da paylaşıldıkça büyüyor, büyüyecek de… 

Bayan Öztürk’ün fotoğrafındaki o gülümsemeyi ve mutluluk ifadesini şimdi daha iyi anlıyorum ve eminim ki o gülüş, bu sevgi pastasındaki en büyük malzeme…

İşin sırrı bu..

Öğretmeyi sevmek… 

Sevmeyi öğretmek…

Severek öğrenmek…

Ve bunun adı Bilfenli olmak… !