Benim için,
En güzel elbise dolabımda uzun zamandır duran ve her giydiğimde kendimi içinde rahat hissettiğim elbise.
En güzel kahve, kendimle başbaşa kalmışken, biraz durulmak için içtiğim kahve ve evde!
En güzel kitap, raflara yeni konulan ve çok satan değil, hep baş ucumda duran kitap,
En güzel arkadaş, bir elimin parmak sayısını geçmeyecek kadar ve hep “ben seni biliyorum” diyen arkadaş. Öncesini bildiğim ve sonrasını kestirebildiğim arkadaş.
Gidilebilecek en güzel mekan, neresi olduğunu bile bilmediğim çok uzaklardaki o yer değil. Güzel olan, içimi ısıtan, ruhumu saran her yer! Bazen bir kitapçı dükkanı, bir tiyatro ya da sinema salonu, deniz kenarı, dar sokaklar, iç içe geçmiş evler, bazen ise sapsarı sayfalardaki satır araları ?
Biliyorum, çoğu zaman hayat zorla elimize tutuşturulan ve bizim de sırf nezaketen kabul ettiğimiz bir şeymiş gibi görünebiliyor.
Ama yine de sahiplenmiyor muyuz onu? Hatta sahiplenirken ve onu en iyi şekilde yaşamanın yolunu ararken giderek daha da karmaşık hale getirmiyor muyuz?
Bunalımlarımızın, küsmelerimizin, daha fazlasını istememizin sebebi hep “ bu hayatı daha iyi yaşamak “ değil mi?
İşte en başında bahsettiğim “sadelik”, tam bu noktada devreye giriyor.
Her şeyden üçer beşer tane olmak zorunda değil.
En güzeli sadece bize dayatılan değil.
En samimisi bizi anlamayan kalabalıklar değil.
En güzel kahve en pahalı yerde içilen değil.
En güzel yer, sokağında bile yürümediğin yer değil.
En doğrusu sadece senin bildiklerin de değil.
Bunlar hep uydurmaca !