İyi-kötü ne yaşanırsa yaşansın…
Ama yaşansın.
İliklerime kadar hayatı hissetmek çok ama çok güzel. Hani Sabahattin Ali diyor ya, “İlkbahar gibi bir mevsimi olan bu dünya, üzerinde yaşanmaya değer… Ne olursa olsun…”
Gerçekten öyle.
Toz pembe, sıkıntısız, sorunsuz değil hayatlarımız. Çoğumuzun ödemesi gereken faturalar, değiştirmesi gereken yastık kılıfları var. Sabahları yetişmemiz gereken işimiz, bitmeyen telaşımız var. Çoğumuzun etrafı bizi anlamayan insanlarla çevrili (anlayanlardan daha fazla) Boğulacak gibi olduğumuz zamanlarımız var. Kalplerimizde derin yaralar var. “Bir daha aslaa” diyerek bozduğumuz yeminlerimiz var. Sırlarımız, korkularımız var… Ama, herşey insan için…
Tüm olanlar ya da olacak olanlar kendimizi bulabilmemiz için. Hasan Ali Toptaş ile röportaj yaptığımız esnada şöyle demişti: “İnsan, kendisine başkalarından dolanarak gelir.” O kadar doğru ki… Bu cümleyi her geçen gün daha iyi anlıyorum. Belki yaşarken bu kadar mantıklı düşünemeyeceğim. O anda herşey saçma gelecek. Ama olanlar soğuduğu zaman, yine bu cümleler haklı çıkacak. Biliyorum. Bu şeye benziyor. Hani bir yemek tam olana kadar çeşitli malzemeler konulur ya içine. Acı, tatlı, ekşi tuzlu…Ama tüm bunlar birleşince ortaya nefis bi yemek çıkar. Ne çıkacak bilmiyorum tabi ama yine de içim rahat…İçimiz rahat olsun…
Hiç birimiz, dünyaya gelmek gibi bir talepte bulunmadık ama bunaldığımız anda da köprüyü kitleyip boğazlardan atlamadık. Can bu, tatlı sonuçta. Ve bir armağan gibi. Ki can bize,biz ise dünyaya armağanız bence. Bir nokta bile değilsin dedikleri o yerkürenin biz olmadan ne anlamı olurdu ki…
Sevgiler