(Bizdeki Babıâli gibi) . Onun karşısında medrese… Yani siyaset, ticaret, ilim ve ibadetin birleştiği bir alan burası. Her şey yerli yerinde duygusunu pekiştiren bir düzen anlayışı…

İslam şehrinin hiçbir formülasyonunun olmadığını savunan, şehri daracık ve karışık sokaklardan ibaret gören modern sosyolojik oryantalist tezin aksine kendi iç tutarlılığıyla örülmüş bir ahenk.

İslam medeniyetinin en muhteşem şehirlerinden biri olarak Isfahan'ın beni en fazla etkileyen yanı, güzellik duygusunun hayatın tüm alanında mündemiç olması... Adeta o estetik ruhun teneffüs edilen havaya bile sinmiş olduğunu hissetmek... Sessizce, alabildiğine mütevazı, göz kamaştırıcı renklerin bezediği bu güzelliğin zarif bir etik kaygıyla aynı derecede yalınlık duygusunu verebiliyor olması...

Bu klasik İslam şehrinin bütününe bakıldığında devasa abidevi eserler yok; hemen her şey insani ölçekte. 

İstanbul'la kıyaslandığında Süleymaniye gibi gök kubbeyi tutan bir camii yok ama Nakş-ı Cihan gibi yatay bir tasarım var. Abidevi ihtişama sahip Süleymaniye'deki taşın taş olarak işlev gördüğü sadeliğe karşın, Isfahan'da daha küçük ölçekte eserlerle, alabildiğine muhteşem renk ve arabeskin tüm formlarıyla bezenmiş satıhla karşılaşıyorsunuz. Kubbelerin dış yüzü muhteşem renk ve süslemenin göz kamaştırıcı örneği... Camilerde ışık ve akustik tekniğinin hayrete düşüren uygulamaları......'

Bu yukarıya taşıdığım satırlar Akif Emre'nin 1 nisan 2013 tarihinde yeni şafak gazetesinde yayımlanan,'Poçitel'den Isfahan'a yitik nehir' başlıklı köşe yazısından alıntılamadır.

Akif abinin bu enfes yazısını herkese tavsiye ederim.

İsfahan'ı anlatırken sanki eski Kayseri'yi anlatır gibi...

Yaratıcıyla-kainatla-insanla kurduğu münasebetin temellendirdiği ve bunun üzerinden tezahür eden 'şehir'den bahsetmekte...

Biz, Belediye Başkanlarımızı, doğal gündelik bir insanın-müslümanın(temizlik-sokakların lambaları-yolların-kaldırımların yapımı vs gibi) yapması gereken işler nedeniyle övülüp eleştirilmesinden bahsetmiyoruz.

Bizim eleştirimiz,belediye başkanlarımızın da özünde köklerinde bulunan temel değerlerin üzerinden bir tasavvurun olmayışı...

Ellerine teslim edilen şehirler, herne kadar kendilerinden öncekiler tarafından örselenmiş ve yıpratılmış şekilde ise de, o köklerin üzerinden tezhür etmiş şehirlerin ana omurgaları sağlam aldılar.

Ve hala o omurga bütün yıpratma ve tahriflere rağmen sağlamdır.

Eşrafın, alimden-tüccara evrildiği

Mekanın 'Hobi' bahçeleri, 

Zamanın, 'Kazan-kazan',

Şehadetin bir sosyal etkinlikle 'Markalaştırılması,

Din'in, sivil toplum örgüt etkinliğine dönüştürüldüğü,

Ahlaki bir toplumun hızla tüketim toplumuna entegre edildiği modern zamanlarda onlardan talep ettiğimiz şey şehrin en azından belkemiğini korumalarıdır.

Bu talep aynı zamanda kendilerinin de bel kemiklerini-omurgalarını koruma talebidir...

vesselam.