İhsan Eliaçık’ın karadeniz tv de yaptığı bir konuşmasını dinliyorum.
Geçmişdeki müslümanlara yapılan haksızlıklar karşısında yapılan ve kendisininde katıldığı benimde içinde bulunduğun ve şahit olduğum eylemlerden uzunca bahsederek diyor ki;
1-Bu gün ahlaken ve vicdanen bu eylemlerin yanında yer aldım.
2-’Annem telefon açıyor ,oğlum senin arkadaşların bakan-milletvekili oldu. Sen hala sokaklardasın...’ diyor.
3-Ve ekliyor ‘Mazlumun kimliği sorulmaz’...
Dünün mağdurları bugün iktidar ve bunları mağdur etmekte.
4-Buna Dinin dilinin gereği ‘anın vacibi denir’...
5-Muhafazakar ikitidarın yanı başındakiler onu eleştirmemekle onun sonunu hazırlıyorlar... Beş gerekçeyle duruşunu temellendiriyom.
Neredeyse bir iktidara, iktidarda kim olursa olsun, mutlaka düşman olmak lazım gelir gibi bir temel kabülü var. Bu temel kabül marksist diyalektiğin zorunlu bir gereğidir. Sürekli devrim anlayışı, marksizmin başarısız iktidarları sonrasında neo solcuların bilincinde oluşan bir kırılmadan doğmuştur. Türkiyede, siyasi organizasyon olarak partilerin oluşumu ve onların iktidar yolculuklarının her yönü mutlaka eleştirilmelidir.
Ve biz Müslümanlar, bu ülkenin bağımsızlığı için ölmekten ötesinde, AKP iktidarına kadar kurulan devletin ve oluşturulan rejminin bir yerinde etken olarak bulunmadık. Hep edilgen-nesne konumundaydık.
Cumhuriyetin kuruluşunun başından beri, Devlet ve Müslüman Millet paradoksu kurulmuştu. Devletin millete karşı inşaa ettiği Halk vardı. Devletin kurduğu burjuva vardı ve eskiden eşrafı oluşturan ilim erbabı yerini bu burjuva temsil etmekteydi.
Türkiyede,İslamcılar iki ana yol seçtiler.
Bunlardan biri, siyasi parti kurup mücadele ederek iktidara gelmek yoluydu. Diğeride sürekli pasif kalarak-apolitik, insanların dini anlayışlarını koruma çabasıydı. Şimdi bu tercih edilen yolun biri iktidar diğeri dünya çapında bir sifil cemaat organizasyonuna sahip.
İslamcıların dışında kalan, islam düşüncesi bilinciyle hareket eden ve kendi düşünce çatısını kurma çabasında olan, örgütsüz müslümanlardan oluşan dar bir kesim kendisini bütün bu olup bitenlerin dışında tuttu.
Kendisini dışında tutarken siyasi ve sifil toplum örgütü içindeki islamcı kesme mevzi mahiyetinde destek verdi. Ve fakat yöntemlerini meşru bir yöntem olarak kabul etmedi.
Bir bakıma asli bir muhalif duruşu bir bilinç haline getirdi. Diğer yandan islamcı çabanın hayra vesile olabilecek çabasına destek verdi.
Böyle bir İslamcı süreç içinden gelen İhsan Eliaçık gibi arkadaşlar bir kırlmaya uğradılar. Önce yola birlikte çıktıkları islamcı arkadaşları tarafından pragmatist bir rekabetle ekonomik yoksulluğa ve sosyal çevre daratılmasına uğratıldılar.
Onlarda bulundukları şehirleri terk etmek zorunda kaldılar. Yaşadıkları ekonomik yoksulluk ve sosyal çevre kayıbı sonucunda istanbul gibi bir merkeze taşınmak bir çok anlayışlarını değiştirmeye itti. Aslında görmedikleri hakikat birlikte yürüdükleri islamcı arkadaşları meşru bir zemin üzerinde değildi.
Ve hala görmedikleri hakikat, tercih ettikleri solcu jargon üzerinden değişim mantığı da bir meşru zemin değil.
Yeni zemin eylemin dayanılmaz hafifliği üzerine kurguludur. Bu yeni zeminden asli bir muhalefet intaç etmek mümkün değildir. İllaki ehli küfrün muhalefeti gibi bir muhalefete israr edeceklerse buna diyecek bir şey yoktur.
Müslümanın muhalefetinin, bir bağlayıcı yöntemi-usulü vardır. Ve muhalefet, Hilafet bağlamından koptuğu zaman ancak gezi eylemi gibi eylemlerde yer alabilirsin. Buradan Akp iktidarı savunuculuğu yaptığım çıkarılmasın.
Demokrasiye iman edenler elbette böyle bir çıkarsama kolaycılığına yatkındırlar. Dinlerini demokrasi kriterinde yorumlayanların eylem anlayışı hafif meşrep kıvırmadan öte bir şey değildir.