islam tarihinde ansiklopedi diyebileceğimiz ilk eserleri yazmış tasavvufi topluluk. Cemil Meriç'in "ışık doğudan gelir" adlı eserinde derinlemesine bahsedilen bu topluluk için tarih boyunca farklı yorumlar getirilmiştir. 1001 ve 1150 yıllarında malum eserleri Bağdat'ta yaktırılmıştır. Cemil meriç'in ifadesiyle, doktrinleri çok saf ve yüksektir: bir nevi estetik panteizm. Safa kardeşlerin amacı felsefi bilgileri yaymaktı. Kolay ve akıcı dille yazılan bu risaleler, onuncu asırda yunan felsefi geleneğinin ne durumda olduğunu anlamak için son derece değerlidir.
On birinci yüz yılın ortalarına doğru (kesin olmamakla birlikte 1047-1048 yıllarında), önceleri Basra'da, daha sonra Bağdat'ta "İhvan-üs-Safâ" adlı uzlaşmacı (eklektik) bir düşünce akımı ortaya çıktı. İhvan-üs-Safâ'ya mensup bulunanların gerçek kimlikleri, nerede ve ne zaman yaşadıkları hakkında kesin ve ayrıntılı bilgiye sahip olunamadığı için, bu gizli topluluk günümüzde de çok tartışmalı bir konumda bulunmaktadır.
Akımın amacı, Müslümanları bağnazlıktan kurtarmak, bilim anlayışını ve doğa bilimlerine dayanan felsefeyi egemen yapmak, toplumu düzeltecek bir aydınlar ahlâkı yaratmaktı. Ortaya çıkardıkları kolektif bir eser olan, bir tür ansiklopedi ile amaçlarına bir dereceye kadar ulaşmışlardı. İhvan-üs-Safâ'ya İslâm ansiklopedistleri demek yanlış olmaz.
Bazı araştırmacılar, topluluğun adının "Kelile ve Dimne"de (hayvanlar arasında geçen öyküleri ahlâki olarak ele alan Hint masalları derlemesi) yer alan "Gerdanlıklı Güvercin" (el-Hamâme el-Mutavvaka) adlı öyküden alındığını ileri sürmüşlerdir. Oysa, bu topluluğun bir "kardeşlik topluluğu" olması ve gönül temizliği ile bağlılık ve yardımlaşmayı kendilerine ilke edinmeleri bu adı almaları için yeterli bir neden olmalıdır. Ayrıca, Kelile ve Dimne'de geçen öykünün özü de, topluluğun bu ilkelerine uygun düşmemektedir.
İhvan-üs-Safâ, bilgiye ulaşmanın beş ayrı yöntemi olduğunu açıklar:
1-Duyular yoluyla
2-Akıl yoluyla
3-Kanıtlama yoluyla
4-Nakiller yoluyla (öğrenim, iletişim)
5-Vahy ve esin-sezgi yoluyla
Risaleler de bilimler, basitten karmaşığa doğru, beş grupta toplanmıştır.
A. Matematik ve mantık: Soyut biçimlerin bilimi,
B. Doğa bilimleri: Astronomi ve fizik,
C. Zihin bilimleri: Deneysel ve akılsal psikoloji,
D. Tevhid ve kelâm: Doğanın metafizik ilkeleri,
E. Ahlâk: Tüm bilimlerin hedefi olan, toplumları düzenleyen yasaları veren bilim olarak sosyoloji.
İbn Arabî’ye Etkisi
İbn Arabî’nin felsefesine birisi felsefî, diğeri tasavvufî olmak üzere iki açıdan bakılabilir. Felsefî açıdan İbn Arabî, Yeni Eflatunculuğun etkilenmiştir. İbn Arabî, bu felsefeden asıl kaynaklarından değil, İhvân-ı Safâ kanalıyla haberdar olmuştur.İbn Arabî’nin ve onun gibi tasavvufî düşüncelerine felsefî bir renk kazandıran –daha doğrusu felsefelerine tasavvufî bir renk kazandıranmüslümansûfîlerin, sistemlerinin bir çok unsurunu İhvân-ı SafâRisâleler’inden aldığını tespit etmek zor değildir. Bu sûfiler, özellikle, kayna- ğı Yeni Eflâtunculuk olan ve ‚İhvân‛ın, Grek, Fars ve Hıristiyan kökenli farklı ekollerden bir takım ilginç unsurları eklediği fikirlerin büyük kısmını bu Risâleler’den almışlardır. Bu Risâleler’de, köken ve eğilimi farklı çok sayıda felsefî ekolün varlığını ve İhvân-ı Safâ’nın bunlar arasında uyum sağlamaya, böylelikle de genel bir sisteme ulaşmaya çalıştığı görülmektedir. Farklı dönemlere ait olan Grek felsefeleri, Zerdüşîlik ve Maniheizm akımlarından alınmış ve kısmen İslâm tasavvufu ve kelâmcıların görüşleri ile karışmış vaziyetteki unsurlarla harmanlanmıştır. Bunlara, bazı âyetler ve hadisler de ihtiyaç nispetinde ilave edilmiştir. İbn Arabî’nin eserlerine bakıldığında, bütün bunların küçültülmüş bir sûreti oldukları görülür. Şu var ki; İbn Arabî, İhvân-ı Safâ’daniktibâslar yapmakla yetinmez; onlardan yaptığı alıntıları da te’vil ve tahlil eder, değiştirir ve vahdet-i vücûd sistemiyle aynı çerçevede yorumlar. Dolayısıyla İhvân-ı SafâRisâleler’i, İbn Arabî’nin zamanına kadar müslümanlar arasındaki en büyük felsefe ansiklopedisi ve hemen her felsefî meselede, başvurdukları en büyük kaynak olarak varlığını korumuştur.İbn Arabî ve dolayısıyla ona kaynaklık yapan İhvân’ı bir anlamda ‚bilimsel kurnazlık‛la itham eden Afifî’ye göre İbn Arabî’nin yöntemi, önce bir ayet veya hadis gibi bütünüyle İslâmî olan bir kaynak ile başlayıp, sonra da bunu kendi anlamından kopartıp, istediği herhangi bir felsefî veya tasavvufîanlamı yüklediği bir süreçte felsefî bir yöntem ile yorumlamaktan ibaretti. İsmailîler ve İhvân-ı Safâ, özellikle cennet, cehennem, diriliş, haşir gibi ahiret meseleleri ile ilgili ayetlerin tevilinde bu metodu kullanmaktaydılar.