Asker emmi esas adı neydi kimse bilmezdi herkes ona Asker emmi derdi. Ufak tefek bir adamdı. Zayıf ve çelimsiz görüntüsüne rağmen gür sesliydi. Kalın çerceveli gözlüğüyle bilgin bir baykuşu andırırdı.En çok askerlik anılarında hatırımızda kalan bir gün binbaşıları Kayserililere sinirlenmiş, bölüğe gelmiş Kayserililer bir adım öne çıksın demiş, ne kadar Kayserililer varsa Asker emmide dahil bir adım öne çıkmışlar. Binbaşı nerelisin lan diyormuş askerlere, Kayseriliyim diyormuş askerler pat küt ayağı, yüz demeden dövüyormuş sırayla dövüp gelmiş. Asker Emmiye sormuş nerelisin lann demiş, Asker Emmi Haciveletliğim demiş binbaşı şöyle bir bakmış geç yerine demiş, Asker Emmi Kayseriliğim dememiş mahallesinin adını söylemiş, kurtulmuş. Bu her anlattığında gülmekten yerlere yatardı millet.
Çaycı Nuri abinin çayocağında sadece oyun olarak domino vardı. Usta dominocular bir araya gelir öyle oynarlardı ki, izleyenler hem zekiliklerini takdir ederler, hemde bol, bol gülerlerdi. Çayocağının yanında sırasıyla terziler vardı. Bu terzilerin çoğu asker elbisesi dikip askerlere satarlardı.Çarşı izinine çıkan askerler buraya gelir tektip çok düzgün şekilde komando kiyafeti diktirirlerdi.O elbiselerle hatıra fotoğrafı çektirip memleketlerine gönderirlerdi.Şimdilerde eski adliyenin karşısındaki komanda çarşısı kale yıkılıp oraya dükkan açan terzilerin koyduğu isimdir.
Terzilerden sonra çadırcılar ve eski askeri malzemeler satan Emin abiler vardı.Emin abiler askeriyeye komando çadırı dikerler, eski askeri malzemeleride alıp satarlardı.Sırt çantaları, matara kapları ve kılıfları orda bulunurdu. O dönemlerde moda olan yeşil askeri parkeleride orda rahatlıkla bulu bilirdiniz.
Çadırcıların geçtikten sonra bıçakçılar imalatçıları ve bileyciler gelirdi. Bıçakçı Mustafa abi en ünlüleriydi. Sulu çarklı bıçak bileme sadece onda vardı. O kadar güzel bıçak bileme yapardı ki kılı bile keserdi. Ahşap saplı bıçakları çok güzel ve ünlüydü. Komonda bıçaklarınıda çok güzel yaparlardı.Komondo askerler onlardan aldıkları bıçakları kemerlerine takarlardı.
Hemen yanlarında anahtarcı Mustafa abiler babalarıyla birlikte çalışırlar yedek anahtar yapımında çok maharetliydiler. Ellerinde eğeleriyle anahtarları bakarak birebir aynısını yaparlardı.Büyük dış kapı kilid ve anahtarları Kayseri’de onlardan sorulurdu. Sonraları otomatik makinalar çıktı ama Mustafa abiler kendilerini yeniledikleri mesleklerini çocukları yapmaktadır.
Anahtarcı Mustafa abinin alt kısmında kemerci ve saraç Ali abi vardı. o kadar güzel deri kemer yaparlardı ki yıllarca kullan eskitemezdiniz. Atları yaptıkları koşumlar, çok ünlüydü. Paytoncular ve atarabacılar onlardan aldıkları süslü koşumları ve eğerleri kullanırlardı.
Kale camisinin avlusu ve şadırvanıda ayrı bir dünyaydı. Dilencileri pek ünlüydü. Herzaman gelmemekle birlikte sürekli söyledikleri sözlerle ünlü dilencilerdi. Bakın halime şükredin halinize diye seslenen ayakları eğik karnına doğru olan, sürekli altındaki deriyle sürünerek giden dilenci, her sene almancı sezonuna doğru köyünden gelir, üç ay boyunca bu sözleri söyleyerek dilenir giderdi. Bir dilencide gözleri kör ama heryeri şaşırmadan dolanır, elindeki bastonun ucunda tuttuğu tasla Allah hayırlarınızı kabul etsin demekle ünlüydü. Bu dilencilerin çoğu yaza doğru ortay çıkar güz başlarken ortadan kaybolurlardı.
Caminin bahçesinin uc kısmında küçük bir zabıta karakolu vardı kimse zabıta demezdi Kayseride Çarşıağası derdi. O kadar ünlü ve kariyerli bir meslekti ki, mühendis oğluna kız istemeye giden oğlan anasına , kızın anası ''acık daha okusaymış da çarşıağası olsaymış'' derdi.Onlardan en ünlüsü Komser Yılmaz abiydi eski güreşci olduğundan iri yarı cüssesi herkesi korkuturdu. Onu gören esnaf hemen dükkanın önünde koydukları fazlalıkları içeriye alırdı.Yılmaz abi çok kızarsa tüm esnafa baştan aşağı ağır para cezası 50 tl keserdi. Esnaf kan ağlardı.
Zabıta karakolunun yan tarafında bastalar vardı. Bastalar üstü açık tezgahlardı .Ordada küçük çakı bıçakları yapan, el çarkıyla bıçak bileyicileri vardı.Pala bıyıklı Mehmet emmi en ünlüleriydi. Aslen sıvaslı olduğu için kemik saplı çakı bıçakları ondan sorulurdu.
Onları geçince mobilyacılar başlardı. Tahta sandalyeciler en ünlüleriydi kendileri imalat ederlerdi ve düğünlerede kiraya verirlerdi.
Küçük iskembeler, tabireler yaparlardı. Açılıp kapanan küçük yüzü muşamba kaplı masalar yaparladı. Çeyiz sandıkları o zamandan beri maraştan getirip satarlardı. Onları gören genç kızlar çeyizlerini o sandıkta görmenin hayalini kurarlardı. Sonradan formika mobilyalar çıkmaya başladı.Ahşap mobilya ustaları birer birer yok oldular.
Bastaların karşı sağlarında Yirmidokuz emminin muşamba dükkanı vardı .Yirmidokuz emmi hep soyadıyla çağrıldığı için adını kimse hatırlamazdı. Tahta yer döşemeleri pahalı olduğundan yeni yapılan evlerde betonu kapatmak için muşamba yer döşemeleri pek moda olmaya başladığı zamanlardı.O kadar çok desen ve renk vardı.Hepsini sırayla düzer isteyen müşteriye yola serer, kaç metre istiyorlarsa tahta metreyle ölçer, keserdi. Kesme işi özellikle maharet isteyen bir işti, düzgün şekilde keser müşteriye rulo yaparak verirlerdi. Naylon muşambalarla yavaş yavaş içimize giren modern hayat. Plastik sandalyelere ve masalara esir etti. O kadar işledi ki plastik içimize hayatlarımızda plastik ve yapmacık oldu.
Yaşayamadığımız kendiliğimizi plastik hayatlarda aramaya başladık...