Tarih, 

iktisat, 

sosyoloji, 

siyaset

 gibi bir çok sosyal bilim için temel teşkil eden görüşleri içinde barındırır. 

Batılılar İbn-i Haldun`u `Tunus`lu Büyük Bilge` olarak tanırlar. 

Osmanlı Devleti

`nin son dönemlerinde 

Ahmet Cevdet Paşa

`nın üzerinde derin tesirleri hissedilen İbn-i Haldun`un Mukaddimesi ismi bilinen ancak muhtevası üzerinde fazla durulmayan bir kitap haline gelmiş. Aynı yıllarda tercümesi yapılmış olmasına rağmen, kitabın içindeki önemli bilgiler, asıl kitabın okunmasını kolaylaştıracak detaylar içerisine serpiştirildiği için, amatör okuyuculara ağır geldiğinden, fazla itibar görmemiş. 

 

Asrın sonlarına doğru sosyal çalkantılarla burun buruna gelen Batılı tarihçiler Mukaddime`yi tarih felsefesinin el kitabı olarak okudular. 

İngiliz

 tarih felsefecisi 

Toynbee

 için Mukaddime bir hazineydi: “Mukaddime`deki tarih felsefesi, nevinin en büyük eseri. Şimdiye kadar, hiçbir ülkede, hiçbir çağda, hiçbir insan zekası böyle bir eser ortaya koyamamıştır.” 

Cemil Meriç

`e göre İbn-i Haldun “Kendi semasında tek yıldız” dır. 

 

DEVLET

- Devlet ihtiyari olarak kurulmaz, varlık ve onun düzen ve tertibi için bir zaruret olarak kurulur. Şeriatleri ve dinleri yaymak, umumu onu kabule çağırmak için asabiyet adıyla anılan ve cemiyet, kuvvet, kudret sahiplerinin bir düşünce etrafında toplanmaları ve çalışmalarıyla olur.

- Devletin ilk devresinde devletin başında bulunan kimse ululuk göstermek, vergi ve para toplamak, devletin sınırlarını korumak hususlarında kavmi için örnek teşkil eder. Onların fikir ve oylarını almadan tek başına bir şey yapmaz. Çünkü bu şekilde hareket etmek galebe ve üstünlüğü temin etmiş olan asabiyetin icabıdır.

- Devletin ikinci devresinde hükümdar, kavmini boyunduruğu altına alarak devleti kendi başına, onları karıştırmadan idare etmeye başlar ve devletin idaresini paylaşmaktan, ortaklaşmaktan uzaklaşır.

- Hükümdar bunların kuvvetini kırarak devlet idaresinden uzaklaştırmak için kendi neslinden olmayan yardımcılar aramaya mecbur olur. Bu yabancı kuvvetlerle onlara galebe çalar, bu yabancıları memuriyetlere tayin eder.

- Bu hal devletin tabiatının bozukluğunu ve tedavisi kabil olmayan hastalığa tutulduğunu bildirir. Çünkü galebe ve üstünlüğü kuvvet ve kudretiyle elde etmiş olan asabiyet bozulmuş, hakir düşürülmüş, devlet adamlarının kalpleri de kırılmış, hastalanmış, kalpler sultana düşman kesilmiştir.

 

 HUKUK

- Umumun boyun eğeceği kesin ve riayeti vacip siyasi kanunlara başvurmak icap eder; bütün halkın boyun eğeceği hüküm ve kanunlar konulur. Devlet bu gibi bir siyaset takip etmediği takdirde, o devlette düzenlik husule gelmez, hâkimiyeti yerleşmez ve o devlet yıkılır. Bu ise yüce Tanrı’nın bundan önce geçip giden kavimlere tatbik ettiği kanundur.

 

 AHLAK

- Güzel ahlak ve özellikler, devletçiliğin dalları olup devletin yapısını tamamlar. Güzel ahlak gibi özellikler hesaba katılmazsa, devletin vücut yapısı, azaları kesilmiş olan bir tene veyahut insanlar arasında çırılçıplak gezen bir kimseye benzer.

- Devlet türlü devreler ve zamanın geçmesiyle yenilenen türlü haller geçirir. O devleti idare edenlerin huyları, o devrelerin hallerine göre değişir, bir devredeki hal ve ahlakları diğer devrelerdeki hal ve ahlaklarına benzemez.

- Bolluk ve nimetler içine dalmak devletler için tabii bir halettir. Nimetler ve servet çoğalmakla birtakım alışkanlıklar da artar, itiyatların artmasıyla masraflar da çoğalır, aylıkları ve bağışları artırmak mecburiyeti hasıl olur. Masraflar çoğaldığı için gelirler masrafları kapatmaz.

- Üstelik nimetlere ve lezzetlere dalma, kalp ve nefislerde her çeşit kötülük, zayıflık ve fütur yarattığı için ahlak ve karakterleri bozulur. Devletin bir dayanağı olan hayır ve meziyetleri kaybederler. Bunun tersi olan kötü huylarla huylanırlar. Bu hal Tanrı’nın kulları için koyduğu gerileme ve yıkılma kanunu icabıdır.

 İKTİDAR

- Hükümdarlık (iktidar), şerefli ve bütün dünyevi fayda ve menfaatleri, tenin isteklerini ve nefsin lezzetlerini içinde toplayan yüksek bir yer ve derecedir.

- Devlet ve hükümet ilk kuruluş çağında yabancı bir kuvvet gibi olup halk ona alışmamış olduğu için ahalinin o hükümete boyun eğmesi zor olur. Ahali ona ancak kuvvetinden dolayı boyun eğer. Çünkü halk henüz onun idaresine alışmamış, ona itaati âdet etmemiştir.

- (Zamanla hâkimiyet arttıkça) Hükümdarlık o sülaleden gelenlerin tabii olan hak ve hukuku şeklini alır ve onlara boyun eğmenin dini bir ödev olduğu bir inan ve inanç haline gelir.

- Bu inan hasıl olduktan sonra kuvvetli bir asabiyete muhtaç olmazlar, bu sülaleye itaat artık Tanrı’nın kitabına inanmak, uymak gibi değişmez bir inanç halini alır.

 

 İKTİDARIN YIKILMASI

- Devlet kurarak hükümdarlığı elde ettikten sonra, (sonra gelen) hükümdarlar zorluklara katlanmayı bırakarak rahatlık ve sükûnet içine dalmayı ihtiyar ederler. Büyük yapılar ve saraylar yapmaya ve güzel giyimler giymeye başlarlar, böylece onlar devlet ve onun servetinin meyvelerinden faydalanırlar, kurdukları saraylarına sular akıtırlar, bahçeler ve havuzlar vücuda getirirler. Bu suretle dünya rahatlarına dalarlar, rahatlığı zahmet ve meşakkatlere tercih ederler. İktidarları dahilinde giyimlerinin incelik ve nefisliğine, yemeklerinin güzelliğine, tabak, çanak ve yataklarının hoşluğuna önem verirler. Bunlara alışırlar, nesilleri, oğul ve torunları ata ve babalarından bunları tevarüs ederler, Tanrı bunların hâkimiyet ve devletlerinin sona ermesini ve yıkılmasını takdir edinceye kadar onlar bu yaşayışlarına devam ederler.