Geçmişe dayalı bir tarihçesi vardır. Geçmişe dönüp baktığımızda ya da okuduğumuzda derin bir kültüre sahiptir, bir o kadar da ayrıntıya. Elbette çok değişim süreci göstermiştir günümüze gelene kadar. Modern dünyanın modern ismidir CAFE. Lakin çok yıllar önce kahvehane olarak tanıtılmıştır toplumumuza. Kısa da olsa geçmişe bir yolculuk yapmak istiyorum okuduklarımdan kısa kısa anekdotlar mesela.

İlk kahvehanelerin açılması 1500 senelerine rastlıyormuş ve ilk kahvehane İstanbul’da Halepli Hakem ve Şamlı Şems isimli iki tüccarın fikirleriymiş. Müşterileri ise o dönemlerin seçkin bürokratlarıymış. Gruplar halinde kitap okunur, satranç oynanır, tavla oynanır yanı sıra da; yazarlar yazılarını, şairler şiirlerini getirerek üzerlerinde sanata dair tartışmalar yapılırmış. Sosyalleşmenin zemini oluşturulan o dönemlerde vakitli eğlence zamanlarını da eklerlermiş bu kültüre. Hoşuma giden bir bilgi de “kahvehanede oturan bir kimse (o zamanın kültürüyle) kapıdan giren tanıdığı kişilerin ev sahipliği rolüne girer nezaket icabı kahvehane sahibine gelenlerden ücret almamasını söylermiş. Böyle bir nezakete sahip olmak ve uygulamak ayrıcalıktı mutlaka.”

Geçmişimiz ne özverili, ne özenli, ne menfaatsiz bir o kadar da duyarlı imiş değil mi? Kültürlerimizi günümüze taşısak ta, geçmişteki nezaketli ince düşünceleri taşıya bilirliğimiz tartışılır mutlaka. Ama şu bir gerçek ki; toplum olarak adı modernleşen cafe kültürünü bizler de sevdik. Geçmişle şimdiki zamanın arasında uçurum farklar olsa da uyum sağlamamız hiç de zor olmadı aslında. Bir şekilde devam ettirmeye çalışıyoruz galiba eski adı kahvehaneler, çağdaş adı cafe olan eğlencelerimizi. Toplumuz biz ama çeşit çeşidiz. Buğday başakları gibiyiz. Dolu olanlarımız veyahut boş duranlarımız da vardır elbet. Peki ya günümüze dönersek; şehirlerimizin belli yerlerinde hemen hemen her binanın altına açılan bizlere hizmet vermek için kıyasıya yarışan cafeler, masalar, sandalyeler...

O kadar çok kişilere tanıklık ediyor ki, derin sohbetlere, şaşalı gösterişlere, bir o kadar masumca dinlenmelere. Müşteri kitlesi en çok gençler olan bu mekânlarda, bulunduğum vakitlerde genelde hayretler içinde kalarak oturuyorum. Bazen gurur duyuyorum gördüğüm gençler karşısında, bazen de çaresizlik karşısında içim daralıyor manzaralar karşısında. Kahvehaneler güzel sohbetlere tanıklık etmişken, cafeler ise çılgın gösterişlere teslim olmuş. Ya da sohbetlerin konsepti değişmiş!.. Beğenilmek için en uç noktada giyilen kıyafetler... Yaşları çok genç olmasına rağmen büyümüşlüğün ya da özenmenin neticesi yakılan sigaralar... Marka takıntısı olmuş karşı ya da yan masaya gösterme çabasındaki telefonlar... Masaların üzerine konulan şaşası anahtarında gizli arabasını gösterme furyası... Beni görün çabasına düşen kahkaha sesleri... Sırf modern olduğunu kanıtlamak üzere Türk kahvesi istemeyip adını söylerken ağzı yüzü bir yana oynarcasına “white chocolate mocha” diye sipariş veren benim güzel yavrularım.

“Bazen olmaz; hayat istediğini sunmaz, sunsa da uymaz. Ya zaman yanlıştır; ya mekân. Belki de mekanda bulunan insan!...

SAYGI VE SEVGİLERİMLE