Direnmeyi, tahammül etmeyi ve azmetyi biraz daha pekiştirdiğimiz bu güzel ayda biliriz ki, sabredersek sabretmekle, şükredersek şükretmekle mükafatlandırırız. İşte tüm bunları daha iyi idrak etmemiz için bir kıssa…
‘’ Allah Dostlarından Hazreti Rabia Hayatını ibadete adayan bu yolda evlenmeyi dahi düşünmeyen yüce kametin hayatında orucun yeri bambaşkaydı.
Sık sık nafile oruç tutardı bir defasında yiyecek bir şey bulamadı sekiz gün böyle geçmişti ve yiyecek bir iftarlık kuru bir ekmeği bile yoktu.
Açlık iyice şiddetlenmiş ve kendi kendine acaba nefsime zulüm mü ediyorum diye düşünürken derken kapı çalınır. Komşusu bir tabak yemek getirmiştir.
Ortalık karanlıktır. Onu alıp yere koyar. Işık aramaya gider. Işığı yakınca kedinin yemeği döktüğünü görür. Ne yapayım bari iftarı su ile açayım diye düşünür. Bu sırada ışık söner ve bardağı alıp su içecekken bardak düşüp kırılır. Elini açar:
-Ya Rabbi! Bu zavallı kulunu deniyorsun, fakat acizliğimden sabredemiyorum. Diyerek bir ah çeker. Bu sırada gaybden şöyle bir ses duyulur:
-Ey Rabia! İstersen dünya nimetlerini üstüne saçayım. İstersen üzerindeki dertleri kaldırayım. Fakat bu dertler ile nimetler bir arada bulunmaz.
Bu sözü işitince Hazreti Rabia:
-Ya Rabbi beni kendin ile meşgul eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma diye dua eder.’’