Merhaba Sevgili Okur; neden bahsediyor yukarıdaki cümle dersen? Neyden bahsetmesini istiyorsan ondan bahsediyor bu cümle. Ve bu cümleyi ben değil, Dostoyevski Yeraltı Notları kitabında söylüyor. Adeta bir iç dökümü gibi…

Kitaba gelecek olursak nedense klasikleri okumak için bu kadar beklediğime göre daha da bekleyebilirim diye düşünüyorken siz okumayanları da meraklandırıp okutmak amaçlı merakıma yenik düşerek başladım yazmaya, detaylı anlatmayacağım amacım kitabı anlatmak değil, sizi meraklandırmak ama dolaylı olarak anlatmış sayılacağım. Kitap 157 sayfa ve bir kaç saate bitebilecek bir kitap. Kahraman (ya da "anti-kahraman) 40'lı yaşlarında, amcasından bir miktar miras kalması üzerine hastalığının da etkisiyle "yeraltında" inzivaya çekiliyor ve bize yaşamla ilgili görüşlerini anlatıyor. Kitap iki bölümden oluşuyor, ilk bölümde kahramanımız görüşlerini belli bir olaya bağlı olmadan serbestçe anlatırken ikinci bölümde 24 yaşından başlayarak kendisini etkilemiş bir kaç olay üzerinden gidiyor ve bu olaylardan yola çıkarak da kişileri anlatıyor. Bu kitabı daha da anlamlandırmak için tavsiye üzerine Orhan Pamuk, Manzaradan Parçalar isimli kitaba başvurdum. Çünkü kitabı bitirdiğimde kendi kendime dedim ki:” İnsan kendi kendisine karşı tümüyle içten olabilir mi?

Orhan Pamuk, Manzaradan Parçalar isimli kitabındaki “Dostoyevski’nin Yer Altından Notları: Aşağılanmanın Zevkleri" başlıklı yazısında, Dostoyevski'nin bu romanının aslında kendisinden bir yıl önce yazılmış Çernişevski'nin "Ne Yapmalı" kitabındaki düşüncelere bir eleştiri olarak yazıldığını söyler. Bu aynı zamanda, Orhan Pamuk'a göre esas olarak, Avrupalı olmamanın kıskançlığını, öfkesini yansıtan bir kitaptır. Avrupalı şeylere karşı duyulan öfke her şeye yansır, batı biliminin savunduğu determinizm insan olmanın özgürlüğünü elinden almıştır kahramanın, insan olmanın en güzel tarafı insanın diğer nesnelerden farklı olarak ne yapacağının kestirilemez olmasıdır, işte kahramanımızı yer altına iten garipliğinin sebebi de bu hürriyeti yaşamak istemesi diye düşünüyorum. Doğrusu kitabı okuduğumda düşündüm, eğlendim, yoruldum ve biraz da olsa sarsıldım.

Dostoyevski’den bir alıntı yaparak köşemin sonuna geldiğini belirteyim.

“Ne ben herhangi bir kimseye benziyordum, ne de herhangi bir kimse bana benziyordu. Ben tek başınayım, onlarsa hep birlikteler…”

Hoşça kalın…