Kimse yarınlarından ya da geçmişinden benim bir tane hayal kırıklığım ve keşkem yok diyebilme lüksüne sahip mi?
Bence değil, ‘nereden çıkardın şimdi bunu da?’ dediğinizi duyar gibiyim. Kafalar karışmadan en yakın çevremizde bulunan insanların yüzüne bakın bakalım. ‘Neden’ dediğinizi duyar gibiyim. İlber Ortaylı’nın da dediği gibi “Ne yaşadıysanız yüzünüze yansır. İnsanın yüzü bir kitap gibi okunabilir.” Şimdi anladınız mı nereden çıkardığımı…
Hayal kırıklığına bizi uğratan ana karakter kendimizden başkası da değil! Beklentiler, nereden geldiğini unutmak, sabredememek uzar gider. Sahiden biz bize ait ne varsa yabancılaşıyoruz gitgide, Aslında kaçırdığımız nokta biz ne kadar unutursak unutalım bizden başka herkes daha dün gibi hatırlar. Ve seni öyle bir noktandan vururlar ki; kendine ait elinde olan tek gerçek senin en zayıf halkanmış gibi döner sana gelir. İşte tam burada kişinin iradesi ve gerçeklerle yüzleşmesi devreye giriyor. Sana ait olan tek gerçeğini zırhın olarak kullanmalısın ki, gün geldiğinde seni o gerçeği kullanarak incitmesinler. Böylece hayal kırıklığını da biraz baltalamış oluruz.
Hayata böyle ufak dokunuşlarla dokunarak dünyamızı değiştirmeye ne dersiniz?
Önyargıları kırma zamanı. Keşkelerin ve Hayal Kırıklığına Uğramama lüksüne sahip olmayanların Dostoyevski’nin “ Dünya mı yıkılsın yoksa bir bardak çay mı içersin?” deseler.. “Ben çayımı içtikten sonra dünyanın canı cehenneme” derdim. Deyişinin lüksüne sahip olma dileğiyle…
Hoşça Kalın…