Baksanıza bir oyuncak bebeği yeniden konuşturmak, müzik kutusundaki bir sesi yeniden duymak için çevirdiğimiz o anahtar, elinde çantası olan bir insanın sırtında ! Ne kadar yorgun, bitkin görünüyor değil mi? Ve sanki biri o anahtarı çevirdiği anda bulunduğu düzene yeniden uyanacak ve işe gitmeye devam edecek gibi. Bunca anlam yüklediğim kitabı tahmin ettiğiniz üzere, hemen satın aldım. Okudum, bitirdim, fakat sindirmesi zaman aldı.
Yorgunluk Toplumu; Almanya’da bir üniversitede felsefe ve kültür üzerine araştırmalar yapan Byung-Chul Han tarafından yazılmış, insanın veya insanlığın bir kısa öyküsüdür. Kitabın dikkatimi en fazla çeken iki bölümü; Disiplin Toplumunun Ötesinde ve Yorgunluk Toplumu.
Disiplin Toplumunun Ötesinde
Bu bölümde ‘itaatkâr özne’ ve ‘performans öznesi’ diye iki kavram var. İkincisiyle kastedilen özne, 21. yüzyıl kişisidir. Yani bahsedilen; eskisi gibi kışlaların, fabrikaların ya da hastanelerin disiplini altında olmaktansa daha çok fitness salonları, havaalanı, plaza ya da alışveriş merkezlerinde performans sergilemeyi tercih eden kitledir. Buna göre, disiplin ile yetişen itaatkâr toplum aslında bir negatif toplumdur. Çünkü bu toplum, hiç sorgulamadan gereklilik kipini boynuna takmış daima yap-malı, et-meli diyip duruyor. Diğeri ise, -e bilmek toplumu. Onun da dilinden “Yes, we can !” düşmüyor. Bu da, evet yapabilirim, ben özgürüm diyebilen fakat özgürlüğün mecburiyetten kaynaklandığını fark edemeyen gruptur.
Yorgunluk Toplumu
“Yorgunluğun gönlü geniştir.”
Alıntıyı bir kenara koyalım şimdilik. Burada da üstte bahsettiğim performans toplumunun zamanla kendini bir doping toplumuna dönüştürmesine vurgu yapılıyor. Sürekli çalışabileceğine asla yorulmayacağına inanan bir doping toplumu hem de! Fakat zaman dilimimiz 21.yy. olduğu için bu tabiki ‘ beyin dopingi ‘ olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla sergilenen de ‘performanssız performans oluyor. Tıpkı bizim şu sosyal ağlarda yaptığımız gibi. Yazılım ara yüzlerinin arasında, birinden diğerine atlar hale geldik.
Özetle sevgili okur, bildiğiniz gibi artık sosyal olmak ya da iletişim kurabilmek gibi kavramların yerini “etkileşim” diye bir kelime aldı. Dikkatlerimiz darmadağınık. İnsanlarla aramızda yolların uzaklığı değil, bir tık kadar yakın olabilmenin samimiyetsizliği var. Her şey yenilenerek durmadan aşağı doğru akıyor. Bazen hiçbir şeyi henüz idrak edemeden güncellenmek zorunda kalıyoruz. Sistemin görünmeyen megafonlarından “Durup beklersen geride kalırsın, bu yüzden koş! ‘ diye bağırıyorlar. Yenilen ve koş. Durmadan koş. Koş Forrest koş !!!
Ve bezmiş durumdayız. Değilsek bile ama bugün ama yarın…