Bugün öyle bir gün oldu. Başlığı koymadan önce saatlerce yerel gazetelere, ulusal gazetelere, internet sitelerine baktım. Tıpkı, adından mülhem bu yazıya giriştiğim “bugün ne giysem” yarışması gibi. Gardrobun karşısında çaresiz bu gün ne giysem diye düşünenler gibi.

 

Malum her yazı insan içine çıkıyor. Her yazı yazanın kıyafeti gibi bir bakıma. Bazen ye kürküm ye denmek için yazılıyor. Bazen bir davete gider gibi, bazı zamanlarda da evde pijamalarınızla oturuyor gibi...

 

Aslında bugün farklı bir üslup denemesi yapmayı düşündüm. Okuduğum köşe yazarlarından birine şöyle bir gönderme mi yapsam diye. Mesela Yılmaz Özdil gibi, kısacık cümlelerle 

derin ironiler yapsam mı? Ahmet Kekeç gibi ulusalcılara mı çatsam, ya da Taha Kıvanç gibi bir dostumun kulağıma fısıldadıklarıyla Kayseri’de henüz su yüzüne çıkmamış bazı şeyleri mi dillendirsem. Ertuğrul Özkük, Ahmet Hakan Coşkun veya Bekir Coşkun...

 

Sonra düşündüm baktım ki, ben her gazetenin ülkede tanınan bilinen ve belli bir görüşü temsil eden tüm yazarlarını takip ediyorum. Kimine hak veriyorum, kiminin söylediklerine itirazım var. Ama tek taraflı okuma yapmıyorum. Daima haklının hakkını teslim etmeye çalışıyorum. Kimseyi önyargıyla karşıma almıyor, kimsenin fikirleriyle manipüle olmuyorum. Gazetelerdeki renkliliği, curcunayı bazen ibretle, bazen merakla, bazen öfkeyle, kısacası halden hale, duygudan duyguya gezinerek yaşıyorum. 

 

Çözüm sürecinden tutun da Avrupa Birliği üyeliğimize, akil adamlardan tutun siyasi partilerin açıklamalarına, Fazıl Say’dan tutun açıklanan kamuoyu anketlerine kadar gündemde ne tartışılıyorsa yoğun bir enformasyon bombardımanı altında hissediyorum kendimi. 

 

Tüm bu olup bitenin ve bunlar üzerine söylenenlerin arasından kendi duyarlılıklarımın beni mecbur ettiği düşünceleri de bu mütevazi köşeden paylaşıyorum. 

 

Mesela bugün ne yazsam diye gazete köşelerine bakarken Cumhuriyet Gazetesi’nde Mine G. Kırıkkanat’ın Türk Olmak başlıklı yazısını okudum. Geçenlerde yazdığım bir yazıda dile getirdiğim isyanım geldi yine aklıma. Türk olmanın ne demek olduğunu Mine G. Saulnier olarak tanıdığım sonradan Kırıkkanat olan bir yazardan öğrenmek garibime gitti. 

 

Mesela Yılmaz Özdil’in yazısını okudum. Göstermeye çalıştığı tuhaflıkları ve dile getirdiği hassasiyeti anlamaya çalıştım. Anladım da. Lakin “Köpek bulunan eve melek girmez” hadis-i şerifini bir profesörün sözü zannedecek kadar dinden imandan uzak olduğu halde, utanmaza ilmihal yazacak cürete sahip oluşunu anlayamadım. Sonra kendisinin ne kadar haberi var bilmiyorum da o ironik başlık kendisine gülmeme sebep oldu. Yılmaz Özdil yazısının başlığında  “Otistik çocuklarımız dindar olmasınlar da tinerci mi olsunlar?” diyor. Güya başbakan Erdoğan’ın dindar nesil açıklamasına gönderme yapıyor ve buradan hareketle ironi üretiyor. İyi de beyefendi başbakanın sözünü ettiği dinde mükellef olmak için akil ve baliğ olmak gerekiyor. Hiç kafanızı yormayın, otistikler şeriattan muaftır. Yazınızı okuyup yaptığınız vurgudan mesaj alanları bilmiyorum ama biz otistik değiliz. Yalnızca kendi tribünlerinize yazmasanız, bir nevi karşı yandaşlık yapmasanız adalet duygunuzu biz de alkışlamak isteriz demek geldi içimden.

 

Ahmet Kekeç’in yazısını okudum, son günlerde öteki yazılarında yaptığı gibi Maocu ulusalcılara çattığını gördüm. Çoğunu benim de bizzat hatırladığım ve zaman zaman dile getirdiğim tutarsızlıkları saymıştı yine. Sonra haksızlık etmeyeyim diye Aydınlık Gazetesi’ne ve Cumhuriyet gazetelerine de baktım. Gerçekten daha önce durdukları yerde durmadıklarını bir kez daha gördüm. CHP’nin içerisinde siyaset yapan ama siyasi görüşleri Aydınlık gazetesinde vitrine çıkan siyasetçileri gördüm. Keşke bunlar İşçi Parti’sinde siyaset yapsalar, belki barajı geçerler diye düşündüm. Ama CHP bir kaç yıl sonra tam da karşısına alacağı insanları/siyasi görüşleri meclise daha önce de taşımamış mıydı diye sordum kendime. Anormal bir durum görmedim. İnsanlar değişebilir dedim. 

 

Aslında yazılacak ve söylenecek o kadar şey var ki! Bugün ne yazsam diye düşünmek, yazacak konu bulamamaktan kaynaklanamaz. Bugün ne yazsam demek, yalnızca bu hengamenin, neresinden tutsanız elinizde kalan bu garabetin içerisinden neyi çekip çıkarayım, üzerine kelam edeyim düşüncesinin çaresizliğini ifade ediyor...