Paylaşmak, paylaşmayı bilmeyi gerektirir. Yani bölme işlemini. Ya da tümdengelimi. Sözgelişi bunlar.

Çünkü bölüşmeye dair her şeyi bilsek de, mantığı, matematiği, hakkı, adaleti, ince işçiliği, daha ne varsa bilsek bile bölüşmek zor. Bencil bakış, keser gibi kendine yontmaktan kaçınmayan vicdan, utanıp arlanmayan hırs, hayatı her alanda zorlaştırıyor.

Çünkü hayat birçok şeyi paylaşmaktır. Başkasının payına düşene göz dikmemek, el uzatmamak, gasp etmeye çalışmamak ise kendi payına düşene razı olmaktır. Aksi takdirde bize ait olmayan coğrafyayı, dağları, ovaları, denizleri, tabiatı paylaşamıyoruz. Ekmeği, suyu hakça ya da adilce bölüşemiyoruz. Elimizden gelse havayı bile paylaşmak istemiyoruz. Bize kalsa, bazı insanların bizimle aynı havayı teneffüs etmesine izin vermeyeceğiz.

O kadar garip, anlamsız ve üzücü ki, bu paylaşmayı bilememe ya da istememe huyumuz yüzünden anne babamızın mirasını kardeşlerimizle paylaşamıyoruz. Öte yandan her şey bölünerek azalıyor, biz paylaşamadıkça... Mal mülk azalıyor. Toprak azalıyor. Belki bölüşmekten haz etmeyişimizin temel nedenlerinden biri bu. Azalmasını, küçülmesini istemiyor, bütününü, tümünü, tamamını elde etmek için mücadeleye girişiyoruz. Sahip olma duygusu, eksikliği, yarımlığı, azlığı kabul etmiyor. Bu yüzden acılı süreçler yaşıyoruz. Kavgalar çıkıyor. Savaşlar çıkıyor. Entrikalar düzenleniyor. Bölüşemediğimiz için bölünüyoruz. Taraflara ayrılıyor, birbirimize düşman oluyoruz. Paylaşabildiğimiz, birbirimize sunarken tereddüt etmediğimiz tek duygu öfkemiz. Sonrasında onun doğuracağı şiddet...

Herhangi bir yapıya bağlı olarak suça karışmışsak, bağımsızlık iddia edemeyiz. En azından vicdanımızın kirlendiğinden ve bir suç ortaklığı yaptığımızdan her şeyi itiraf etmemiz gerekiyor. Hakikaten kendimize bir şeyler anlatmak istiyorsak toparlanmaya çalışmaktan başka seçeneğimiz yok. Kendi sorununu çözemiyorsan, kimseden saygı bekleyemezsin. Hak etmek böyle bir şeydir işte. Verdiğin emek kadar hak edersin. Hak ettiğini alabilmek başka bir mücadelenin konusudur. Burada şiddet devreye girer. Siyaset gündeme gelir. Geriye şikâyet etmek kalıyorsa, kabul edilmiş bir acziyet var demektir.

Haksızlık buradan beslenir. Aciz olanın sahip olduğu, olabileceği yegâne hak şikâyet etmektir. Haksızlığın ortaya çıktığı, yani hakların yendiği, sınırları ihlal edildiği halde hesap sormayan, soramayanlar her türlü mütecavize cesaret verir. Şikâyetçinin korkaklığı, hakkını aramak isteyen insanların ayak bağı olur. Korkaklar, geri adım atarak çekildikleri mevzilere herkesi çağırırlar. Çünkü daha büyük bir şiddet dalgasının kendilerini ezmesinden ölesiye korkarlar. Yetindikleri kazanımların da bir direniş sebebiyle ellerinden gitmesi ihtimali akıllarını başlarından alır. Cesur insanları sırf bu yüzden geri adım atmaları, susup oturmaları konusunda baskı altına almaya çalışırlar. Özellikle cesurlara vicdan azabı ve ayak bağı olurlar böylece.