Ama gelin görün ki, kağıdın kalemin karşısına geçince işler hemencecik değişir. O çok değerli fikirlerle dolu beyniniz gider, yerine boş bir kafatası ve ablak bir suratla başbaşa kalırsınız. Çünkü bütün fikirler ve bütün kelimeler uçuşup gitmiştir bir anda.
Yine de yazmak için kağıt kalemle, daktilo ya da bilgisayarla masa başında zaman geçirmeyi sürdürmeyi başarırsanız, çok büyük bir kabızlığın sonucunda birkaç satır, belki bir sayfalık bir şey ortaya çıkar.
Bir şeydir sadece bu. Ortaya çıkan bu saçmalığı beğenmeniz çok çok zordur. Çünkü siz kitapları, dergileri okurken, çoğu zaman ne var bunda ben daha iyisini yazarım hissine kapılmışınızdır. Yazmaya cesaret ettiğnizde bunun ne denli çetrefilli bir iş olduğunu ancak anlayabilirsiniz.
Cesaret deyince, bu öylesine söylenmiş bir söz olarak algılanmamalı. Çünkü yazmak gerçekten cesaret isteyen bir iştir. Kağıt kalemle karşı karşıya kaldığınızda hayatınız bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçiverir.
Öyle ya, yazdığınız satırlarla kendi iç dünyanızı, kimsenin bilmediği, güçlükle saklamaya çalıştığınız zaaflarınızı, kirli düşlerinizi, kötü niyetlerinizi hiç arzu etmediğiniz halde eleverebilirsiniz. Şiir belki imgeler oluşturmanıza müsaade ettiği, hatta bunu talep ettiği için bütün gizlemek istediklerinizi çözülmesi imkansız şifreler halinde yazmanıza yardımcı olabilir. Ama yazı öyle değildir. Yazarken dikkatli olmak zorunda hissedersiniz kendinizi. Mesela bir hikaye yazmaya giriştiğinizde, oluşturduğunuz karakterler, kurguladığınız olay yazılıp bittiğinde etrafınızdaki en yakınınızdakiler tarafından bile sizinle özdeşleştirilebilir. Hikayenizdeki karakterin duygularının, düşüncelerinin sizi temsil ettiğini sanabilir okurlarınız. Ama siz o değilsiniz ve bu şekilde anlamak isteyen hiç kimsenin düşüncelerine mani olamazsınız.
Eğer bir de kaleme almaya çalıştığınız düşünceleriniz siyasal iktidar açısından tehdit olarak algılanacak şeylerse vay halinize. Fikirlerinizden dolayı hapse girmeyi mukadder olarak kabullenmeniz gerekebilir. Hatta birileri yazdıklarınızdan rahatsızlık duyarak arabanıza bomba yerleştirebilir. Bir sabah marşa bastığınızda havaya uçabilirsiniz. Ya da dini açıdan anlaşılması zor, tehlikeli ifadelerle dolu bir yazı yazdınız diyelim. Artık kırk katır mı, kırk satır mı ölümlerden ölüm beğenin. Kimbilir belki canlı canlı derinizi yüzerler veya odun yığınlarının üzerine bağlayıp sizi ateşe verirler. Bunların hiçbiri hayal ürünü değil. Yazanların ve söyleyenlerin tarih boyunca karşılaştıkları ölümler zulümler yine birileri tarafından kaleme alınıp belge olarak yerini bulmuştur insanlığın hafızasında.
Dedik ya, yazmak cesaret ister. Bir çılgınlık yapıp yazmaya başladığınızda yazmak eyleminin bir sonucu olarak karşılaşacağınız tüm bedelleri göze almanız gerekiyor. Hadi yazmanın şehvetine kapılarak içinizdeki hislerinizi, beyninizdeki düşüncelerinizi yazdınız diyelim. Yazarken karşılaşacağınız hiç bir zorluk aklınıza bile gelmedi. Sonra da işiniz rast gitti ve hapse girmediniz, suikaste uğramadınız. Yine bitmiyor cesaretle sınavınız.
Bana sorulursa, yazmakla ilgili en büyük cesaret insanın kendini kurcalamasıdır, varoluşuyla, benliğiyle hesaplaşmasıdır. Yazının cesaretle ilgisini bu açıdan incelediğimizde ise, sırf yazının ortaya çıkardığı insani bir arıza, ya da bu tür bir içe dönük maceranın bedeli olarak intiharı da yukarıdaki tehlikelerin yanına eklememiz gerekir. Bir de bu var, unutmayım aklımızın bir kenarında tutmamız ve ona göre cesaretimizi toparlamamız gerekir, yazı denen bu çılgınlığa bulaşmadan önce.