Raporda öne çıkan başlıklar arasında, fay kırığı ve faya bağlı gelişen genleşme çatlakları hem zeminde, hem de binalarda kesme tipi deformasyonlara ve yıkımlara neden olduğu gözlendi.
Elbistan ve Hatay'da bulunan istasyonlardan elde edilen veriler doğrultusunda, kaydedilen spektral ivme değerlerinin, yönetmeliklerin öngörmüş olduğu spektral ivme değerlerinin 2-3 katına çıktığı tespit edildi.
Deprem yönetmeliğindeki spektral ivme değerleri özellikle yüksek periyotlarda güvensiz tarafta kaldığı görüldü. Zemin tipi ve yeraltı geometrisinden buna neden olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle Yönetmeliklerde iyileştirmelere gidilmesi önerildi.
Saha incelemelerinde hasarların özellikle havza geometrisine sahip bölgelerde ve alüvyonel zeminlerde yoğunlaştığı gözlendi.
Kayalık ve yamaç alanlarda yıkımın daha az sayıda olduğu tespit edildi. Yeni yerleşim alanlarının planlamasında bu durumun olabildiğince göz önünde tutulması gerekmektedir. Yıkıma sebep olan hatalar proje kaynaklı olabileceği gibi malzeme ve uygulama eksikliklerinden de kaynaklanabilmektedir. Özellikle hazır beton kullanılmadan, uygunsuz boyutlarda agrega içeren kötü beton uygulamalarının nervürsüz düz donatı kullanımı ile birlikte betonarme yapılarda hasar oluşumunda etkin olduğu görüldü. Yapısal hasarlı binalarda görülen en önemli sorun, özellikle kolon ve kirişlerin uç bölgelerinde yetersiz etriye kullanılması ve/veya kullanılan etriyelerin kanca detayları 135 derece olmamasıdır.
Yetersiz sargılama sonucu, etriyelerin açılarak, boy donatılarının burkulması sonucu oluşan hasarlar gözlemlendi. Yapılan tüm gözlemler ve değerlendirilmeler sonucunda, deprem tehlikesi bulunan bölgeler başta olmak üzere, mevcut ve yeni planlanacak yerleşim alanlarının risk haritasının oluşturulmasının öneminin ortaya çıktığı, bu çerçevede risk haritasına esas mikrobölgelendirme çalışmalarının mutlaka yapılması gerektiği rapor edildi.
“Hasarda zemin faktörü çok etkili olmuş”
MSKÜ Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Deniz Ülgen, yaptıkları araştırmayı iki gruba ayırdıklarını belirterek,
"Birisi daha ağır hasarlı ve yıkılan binalar, diğeri de çok az hasar görmüş hemen oturulabilecek veya hasar görmemiş binalar. Daha çok yoğunlaştığımız yıkılan ve ağır hasarlı binalardı. Bu binaların yapımında büyük hatalar var Projeden başlıyor, imalat, denetim. Tüm aşamalar var. Bizim en çok dikkatimizi çeken denetim aşamasında imalatlarda bir takım yanlışlar yapılmış. Denetim belki az yapılmış, belki gözden kaçmış. Böyle çok bina gördük. Ayakta kalan binalar da vardı. Normal mühendislik hizmeti almış, yönetmeliklerin şartlarına göre yapılmış binalar gayet iyi durumdaydı. Vurucu olarak söyleyebileceğim zeminin çok etkili olduğu görülüyor. Özellikle yamaç ve kayalıklı bölgelerde hasar miktarı az. Mühendislik hizmeti az almış veya almamış binalar, göçmesini beklediğimiz binalar orada bir şekilde ayakta kalmış veya az hasar görmüş. Ovada, yumuşak zeminde olanların hemen hemen hepsi yıkılmış" dedi.
“Bütün şehirleri dağlara kuramayız”
Her yere bina yapılabileceğini, bunun için başta bütçe ve planlamanın çok önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Ülgen, “Oranın bir tarihsel dokusu var, kültürü var, bir şehirsel yaşamı var. Burada şehir bölge plancıları, mimarlar ve tarihçiler çok öne çıkıyor. Bütün şehirleri dağlara kuramayız. Çünkü şehirlerin bir yaşam kültürü var. Plancılar ile birlikte önce bir planlama yapılacak. Daha sonra risk durumuna göre daha az katlı bina seçimi yapılacak. Sonuçta inşaat mühendisleri açısından bizler her yere bina yapabiliriz. Bu bütçe ile orantılı. Bunların hepsinin bir dengede olması lazım. Hem bütçeniz olacak, hem de o şehrin bir kültürü ve tarihi var. Planlaması ve geleceği dengede olacak. Mühendisler de o planlamaya göre hizmeti verecekler ve şehirdeki yapıları ona göre inşa edecekler. Kesin bir şekilde orda yapılamaz, burada yapılamaz düşüncesi yanlış” dedi.