Mutluluğun kaynağının maddiyatla eş değer olmuş haline aldanmış, manevi hazza ulaşmayı istememişizdir. Yani çok lüks mekanlarda eğlenerek mutlu olanların (yok öyle bir şey) mutluluklarına heves etmiş, o an çok sıradan geçen hayatımızın bize sunduğu mutluluğu görmezden gelmiş, elimizin tersi ile itmişizdir. 

Engel kavramı bize gündelik hayatta hep olumsuza gebe bir kavram olarak durmaktadır. Ama engel gibi görünen bir zorluk karşısında kabullenmiş tavrımız bizim her şeyi yapmamıza engel değil midir? Korkularımızı yenememek, daha farklı ve ağır korkular karşımıza çıkarmaz mı? 

Ya da bu kavramın hayat bulduğu fiilde, bizim için daha hoş ve güzel bir sürprizle karşılaşma ihtimalinin olduğunu neden düşünmeyiz ? Kısaca engel yoktur, karşılaşılan zorlukları büyütüp kendine sorun yapan insanlar vardır. Sizleri aşağıdaki hayat dolu ve büyük bir ders niteliğinde olan hikaye ile baş başa bırakıyorum. Kalın sağlıcakla...

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı? 

Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir koylu çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde.. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Koylu, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yasam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.."