Biraz karanlık yapısı, biraz kokusu, biraz karışıklığı, biraz da içerden bana bakan bir çift yaşlı göz… Göz göze geldik ve o içten gözlerle ge uzakta durma gel diyordu. Üç beş basamak vardı aşağı doğru inen. İşlerimin çok olmasına rağmen evet keşfetmeliydim burayı. Ve indim; 1.basamak 2.basamak 3.basamak! İçerdeyim. Burası bir sahaftı. Milyonlarca tozlu kitap, milyonlarca yazar, milyarlarca cümle… Yılların insanları eskittiği, yaşlandırdığı ve hatta toprağa gömdüğünü düşünürsek, burada uzun bir uykuya dalmış, hiçbir şeyin onları yıpratmasına izin vermeden sadece dokunulmayı bekleyen sayfalar, anılar, olaylar, hikayeler, gerçekler… buram buram matbaa kokuyordu içerisi. Kim bilir kimlerin eli değmişti ve ne amılar gömülmüştü her birine. Dalgınlıkla düşünürken bunları bir an “hoş geldiniz” sesiyle irkildim. Saçları beyazlamış, hafif dökülmüş, düzgün giyinimli, gayet kibar, seviyeli, uzun boylu bir beyefendiydi karşımdaki. Her halinden belliydi bu işin zanaatkârı olduğu, zevk ve keyif alarak yaptığı. Kısa bir sohbetin ardından “sizi tanıyorum” dedi. “siz yazarsınız, gazetede köşe yazarı, resminizden tanıdım…”

Şaşkınım o kadar kitabın arasında kaybolmuş bir beyefendi benim yazılarımı okumuş! Okuyorum diye yeniledi, çokta beğenerek. Ne güzel değiniyorsunuz duygularınızla olaylara. İfadeniz, anlatım tarzınız, bazen gülüyorum satırlardaki dansınıza, bazen düşünüyorum duyguyla laf çarpışınıza. “ her doğru her yerde söylenmez, ama doğruları ya da fikriniz olan doğruları güzel aktarıyorsunuz” dedi. Teşekkür ettim, içimdeki büyük sevinçle. Sevincim, şımarıklığımdan değildi, benim dilimce ifade ettiğimi karşı tarafa da yansıtabilmenin mutluluğuyla gurur duydum. Herkes yazabilirdi elbet, ifade özgürlüğünü kullanabilme sanatıyla eşleştirdikten sonra evet herkes yazabilirdi ve hafızalarda kalabilirdi. Tekrar teşekkür ettim ve biraz daha dalıp gitmek istedim içlerinde neler olduğunu bilmediğim tozlu kitaplara çocuk sever gibi dokunarak. Sahaflar, bir zaman makinası geçmişe dönmek için…. Terk edilmiş kitap yığıntıları, yıllardır kımıldamadan bekleyişlerini sürdürürken, kim bilir kitaplardaki sayfaların birinde sevgiliden gelen kuru bir papatya vardı. İlk basımlar, imsalı kitaplar, girişleri ve ön sözleri olan. Sallanan sandalye ve bir kahve eşliğinde okunmasını bekleyen eserler. Hatırı sayılır oranda uygundur da elbet. Sararmış kitapların kokusunu ciğerlerime çekerken, kadrolu sahaf çalışanı olan “kedilerle” de göz göze gelebilir miyim derken gülümsüyorum kendi kendime. Pişman olmayacağım bir zaman dilimini geçirdiğim için mutluyum. Yüzünün her çizgisinden yaşanmışlık akan beyefendiye teşekkür edip tekrar geleceğimi ve uzun sohbet ortamında bulunacağımı söyleyip ayrıldım ve basamakları çıkarken koca bir asrı geride bıraktım.

“Okunacak yüzlerce kitap, gezilecek yüzlerce sahaf, yutulacak bir sürü toz ve temizlenecek bir sürü raf var!”

Bu hafta sizi köşemde ağırlamaktan onur ve gurur duydum Sahaf Beyefendi saygı ve sevgilerimle…