Çünkü İstanbul kendisidir. Her haliyle, iyisiyle kötüsüyle bambaşkadır. Ankara malum, bürokrasiden başka akla bir şey getirmez. Lakin Kayseri için Türkiye’nin prototipidir, her yönüyle konstantre bir Türkiye modelidir diyebiliriz. Ticaretten tutun da, siyasete, toplumsal hayatın tüm çeşitliliğiyle Türkiye ortalamasını Kayseri’de gözlemlemek mümkündür. Abartı ihtimalini de katarak şunu da söyleyebiliriz. Kayseri’yi anlayan ve tanıyan Türkiye’yi anlar ve tanır.
Gelin görün ki, Kayseri’yi dışardan bakıp anlamak şöyle dursun, Kayseri’de yaşayanların bile tam olarak anladığını ve tanıdığını söylemek zor. Şehri bir tüzel kişilik olarak düşünürsek, bir insanın kendini tanıyamaması gibi bir durumdan söz ediyorum.
Kayseri’liler oldum olası ticarette sahip oldukları kapasitenin farkındadır. Bu yeteneklerinin üzerine çok gitmişlerdir. Ülkede hatta dünyada Kayseri’yi ve Kayseriliyi bu yönüyle tanıtmışlardır. Son yıllarda siyasette de etkin olabileceğimizi gördük. Cumhurbaşkanımızın Kayserili olması, Kayserili bakanlarımızın olması, siyasi anlamda etkinlik gösteriyor olmanın şehre katkıları açıkça görüldü. Geçmişte gereksiz görülen siyaset ve spor gibi etkinliklerin aslında şehre ve ilgililerine neler kazandığı görüldükçe Kayserili bunlar üzerine yatırım yapmaktan kaçınmadı.
Malum bildiğimiz sözdür. ‘Kuş parlağa konar’ denir. Bu sözü Kayserili iyi bilir. Eğer bir şeyin sunumu iyiyse insanların iknası kolaydır. Ticarette ve siyasette başarılı olmanın sebeplerinden biri budur. Kayserili kazanmak için başkalarının bir kuş gibi parlağa konma zaafından yararlanmayı bilir. Ama çok ciddi bir eleştiri olarak bu sözün kendilerine döndüğünü de birilerinin onlara hatırlatması gerekir. Kuşun parlağa konduğunu bile bile, konmak için illa parlak bir sunum görmeyi beklemek Kayserilinin farkında olmadan düştüğü en büyük tuzaktır.
İşte bu tuzağa düştükleri için, yani kendileri de parlağa konma zaafında oldukları için Kayseri’de bir çok değer yitip gider. Kayseri’nin çok büyük başarı kazanabileceği, şehir olarak ön plana çıkabileceği bir çok konu gereksiz, lüzumsuz görülür. Örneğin bir yazara, şaire veya herhangi bir sanatçıya sorulan ilk soru kaç para kazandığıdır. Eğer maddi bir kazanç yoksa uğraşı boş görür. Garip ve anlamsız bir kibirle küçümser. Geri durur, asla destek vermez. Bu yüzden yukarıda sözünü ettiğim şehir tüzel kişiliğinin bir çok yeteneği üzeri örtülü kalmak zorundadır. Bu yüzden yaşadığı şehirde ilgileri ve yeteneklerini icra edecek mecra bulamayan bir çok insan Kayseri’ye küser ve uzaklaşır. Soluğu en azından İstanbul’da alır.
Bunun bir çok örneği vardır. Yazar, şair, senarist, aktör, karikatürist ve benzeri bir çok yetenek, başarı hikayelerini Kayseri’nin –biraz tahrik edici söylemle- ihaneti karşısında göçüp giderler bu şehirden. Bu yalnızca bir beyin göçü değildir. Aynı zamanda gönül göçüdür. Şehir için ne büyük kayıp olduğunu anlayabilmek için henüz zaman gelmemiştir.
Küsüp gidenleri belli bir başarıyı yakaladığında yeniden sahiplenmek isteriz. Ama çoğunlukla vakit geçmiştir. Bazı değerlerimize vefa göstermeyi bile akıl edecek kadar gönül gönül zenginliğine sahip değildir bu şehir. Bu insanlar nasıl küsmesinler...
Konuya yalnızca bir örnek vererek vahameti sergilemek istiyorum. Bu yazı vesilesiyle değerli hemşehrimiz, ömrünü tiyatroya adamış ve bu alanda kendini kabul ettirmiş, bir çok başarıyı hayatına sığdırmış, en küçük bir vefayı şehrinden göremeden vefat etmiş, merhum Hasan Nail Canat’ı rahmetle anmak istiyorum.
Hasan Nail Canat, 25 Ekim 1943 yılında Kayseri'de doğdu. Öğrenci iken okul müsamerelerinde arkadaşları ile küçük çaplı oyunlar sahneye koyarak sanat hayatına ilk adımını attı. Moskof Sehpası adlı oyununu 1200 defa sahneledi. Necip Fazıl’ın sohbetlerinde bulundu. Ömrü boyunca ‘Sanat Hakk içindir’ felsefesiyle yaptığı işe sarıldı. Bir çok filmde oynadı. Gençlik romanları yazdı. 21 Ekim 2004 tarihinde aramızdan ayrılıp ebediyete intikal etti. Ömrünün 41 yılını sanata verdi. Üstelik bu sanat, özünde Kayseri’yi temsil eden muhafazakar, milli ve manevi değerleri esas alan bir sanattı.
Hasan Nail Canat’ın bir sözüyle bitirelim. Diyor ki; “Hemen hemen her tiyatro temsilimizin sonunda Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in Sakarya Türküsü'nü okudum. O Sakarya Türküsü'nde bir mısra var ki, beni dehşete düşürür; "Siz hayat süren leşler". Ve hayatım boyunca hayat süren leş olmamak için mücadele ettim.”
Hayatı boyunca ‘Hayat süren bir leş’ olmamak için mücadele eden bu hemşehrimizin bize verdiği mesaja bakar mısınız. Gerisini arif olanlara bırakalım.
Şehrimizde kültür ve sanat hayatını canlandırmaya çalışan başkan Özhasekiye ve rahmetli Canat’la en azından Necip Fazıl ortak paydasında buluşan Kocasinan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’a vefa duygusunu hatırlatalım. Bu şehri hayat süren bir leş olmaktan korumak için biraz da vefa lazım.