Eninde sonunda İsmet Özel şiirinden sözediyoruz. Fakat iki kitap arasında, göze çarpan farklılıklar olduğunu da ilk bakışta görebiliyoruz. Nedir bu farklılıklar? İsmet Özel, Bir Yusuf Masalı’nda, izleklerinde yeni arayışlara girdiği gibi, biçimsel olarak da Erbain’dekilerden farklılaşmaya çaba gösteren uzunca bir şiirle çıkageldi.

İsmet Özel, okurunun sözlükle haşır neşir olmasını özellikle ister. Nitekim bu kitapta da sözlüklerde bekleyip dursa da şiire yeni merhaba diyen sözcükler bulunur. Tabii ki bu duruma vurgu yapmak eleştirel bir anlama gelmiyor. Osmanlı devletinin 700. Kuruluş yıldönümüne denk gelen Bir Yusuf Masalı şairin ve şiirin değişim/dönüşümünü izlemek açısından esaslı bir dönüm noktası teşkil ediyor. Ama İsmet Özel şiirini sevenlerin, hayranları bu kitapta hatrı sayılır bir hayal kırıklığına uğramıştır.

Özel’in poetik anlayışında bir değişim sözkonusu olabilir mi? Bunu bilemiyoruz. Bizim karşımızda duran, geleneksel şiirimize göndermeler yapan, anlat(ma)dığı hikayesiyle mesneviyi andıran uzunca bir şiirdir. Bu şiir, mısra yapılarıyla ve imge mantığıyla İsmet Özel şiiridir ama aynı zamanda İsmet Özel ve okurları için alışılmışın dışındadır. Oktavia Paz’ın sözünü ettiği bağlamda, kaplamlı bir şiirden söz ediyoruz Bir Yusuf Masalı’ndan bahsederken. Dolayısıyla, İsmet Özel bu uzun şiirde felsefi düşüncelerini ve dini duygularını hercümerç etmeye çalışan epik bir şiire yönelmiştir diyebiliriz.

***

İsmet Özel; Erbain’de daha çok kendisiyle başbaşadır. Yalnızdır. Özellikle sorgulayıcı ve muhalif bir kişilik olarak şiirlerinde kendini sergiler. Bu sorgulama nedeniyle çıkarsadığı sonuç ve yaşadığı duygu yabancılaşma ve yalnızlıktır.

Belki bu yabancılaşma nedeniyle şair içinde yaşadığı toplumun dışında kalarak dışardan (ne kadar olabilirse) gözlemci olarak bakmayı yeğler. Bu dışardalık, şairin verili olana kuşkulu bakışı, sorgulayıcı kişiliği ve muhalif tavrın bir sonucudur. (Bununla ilgili faydasız yazılar’da sf. 24 Bilgeliği Beklerken başlıklı denemeye bk.)

İsmet Özel, bir yanda geleneğin günümüzde yükselen değer oluşuna yaslanarak böyle bir kitap tertip etmekte, öte yandan çoktandır terkedilen alegorik anlatımla kendi adına bir şeyler kurmaya çalışır. Eksik olan bir şeyi tamamlamak isteği midir? Bilemiyoruz.

Bir Yusuf Masalı’ndaki Yusuf kimdir? Yusuf’un öyküsündeki kişiler ve öykü, mesnevi geleneğimizdeki öyküler gibi derli toplu bir hikaye ve hikmet mi içermektedir. Yoksa anlatmamak üzere kurgulanmış modern bir epik masal mıdır. Ben tam olarak karar veremedim.

 BARBAR ve ŞEHLA

Dün akşam Ahmet Telli’nin Barbar ve Şehla adındaki şiir kitabını okudum. İlk bölümdeki şiirlerde kürtlere, Munzur civarı coğrafyaya ve Mardin’e göndermeler vardı. Bir kaç şiirde de çerkeslerden bahsediyordu. Ahmet Telli’nin kürtlerle ve kürt cofrafyasıyla feodal (millet) ilişkisi var mı? Bunu düşündüm. Başka ihtimaller de var elbette. Mesela hayatın meşakkati içerisinde insan ilişkileri önemli sınavlardan geçer. Bu sınavların en önemlilerinden biri vefadır. Vefanın ıspatı dostluğun ıspatı anlamına gelir. İnsanoğluna acımasızca vefasızlık eden zaman, gençlik, eski sevgililer bırakıp gidebilirler. Bu gidişlerin her biri birer yara bıraktığı gibi elde kalanların değerinin artmasına da yol açar. Kekomeçe (Mehmet Çetin) hayatta olup biten her şeye rağmen Ahmet Telli’nin elde kalanlarından biridir. Bu değerli konumundan dolayı O’na ve onun için değerli olanlara karşı Telli’de kendiliğinden bir duyarlılık oluşmuştur.

Kaldı ki bir Çerkes olarak benzer bir tarihi ve kaderi yaşayan Ahmet Telli’nin diğer etnik grupların sorunlarına empatiyle yaklaşması son derece doğaldır.

Ahmet Telli bir öğretmen olarak görev yerlerinden bazıları üzerindeki gözlemlerine dayanıyor olabilir. Zorunlu olarak doğu ve güneydoğu coğrafyasında görev yapan bir solcunun, bir şairin izlenimleri elbette bu tür şiirlere ilham kaynağı olabilir. Üstelik geçmiş yıllarda toplumcu gerçekçi şiirin temsilcilerinden olan Telli’nin günümüzde tükenen bu şiir damarını çağrıştıracak izlekler kullanması yadırganacak bir durum değil.

İkinci olarak; diğer şiirlerinden ve özellikle “Veda” adını taşıyan kitabın son şiirinden hareketle önemli bir saptama yapılabilir. Ahmet Telli yaşlanmıştır. Bunu kendisi de bilmektedir. Öyle ki, bir yandan ölümle hesaplaşmasını yapıp bitirmiş gibi gözükmektedir.

Bu durum Ahmet Telli’nin gündelik hayatına bakışına yeni bir açı kazandırmıştır. Yaşadığı şehre, yıllardır içinde bulunduğu edebiyat çevrelerine, ailesine, etnik kökenine ve çok önemlisi dostlarına bakışı bu yeni bakış açısından dolayı önemli bir değişim göstermiştir.

Ankara’nın eski ve yeni hali, Ahmet Erhan’ın İstanbul’a taşınması, gezip dolaştığı sokaklar, oturduğu kahvehaneler, Telli’nin hayata veda bakışıyla gözünün önünden film şeridi gibi değil de şiir olarak geçmektedir adeta.

Yaşlandığını hisseden, yaşadığı çevrenin günbegün değiştiğini ve “eski”den olduğu gibi olmaktan çıktığını gören, üstelik ölümle hesaplaşan insanoğlunun, olgunluk çağında yakasını bırakmayan şeylerden biri de yazıklanmadır. Bu kişisel tarihin başka türlü versiyonlarını vehmetmekten, herşeyin daha farklı veya daha güzel olabileceğine kesin olarak inanmaktan kaynaklanır. Bir de sözünü ettiğimiz bu insan şairse bu durum çok normal...