Albert, 17 yaşına geldiğinde her genç gibi üniversiteye gitmek istiyordu ve bu doğrultuda Zürich Polytechnic okuluna girmek için sınavlara girmişti.

Matematik ve bilim ile ilgili kısımları geçmesine rağmen, sınavın tarih, coğrafya ve yabancı dil bölümlerinde başarısız oldu.

Ertesi yıl yeniden denedi. Bu sefer başarılı oldu.

1901 yılında Zürich Üniversitesi’nde doktora tezini hazırladı.

Albert, tezinde 1800lü yılların en büyük kuramsal fizikçilerinden olan Boltzmann’ın fikirlerini çürütmeye çalışmıştı.

Tezi reddedildi.

Yeniden denedi. Başarılı oldu.

Doktora tezi onun iş bulması için yeterli olmamıştı. Albert iş arıyordu…

Bir okula öğretmenlik yapmak için başvurdu. Mülakatlar bittiğinde okul onun yerine başkasını seçmişti…

İş bulamayan Albert hala babasından aldığı paralarla geçimini sağlıyordu.

Sevgilisi Mileva ile evlenmek istese de parasının olmaması onu alıkoyuyordu.

Ayrıca çiftin evlenmeden önce bir çocukları dünyaya gelmişti.

Albert 1903 yılında çocuğunu kaybetti.

Yetenekleriyle hiç alakası olmasa da hayatta kalmak için senelerce bir patent ofisinde çalıştı.

Yine de içindeki fizik tutkusu hiçbir zaman azalmıyordu. Ofisteki işlerini dikkatli bir şekilde erkenden bitiriyor kalan zamanını teorilerini test etmeye harcıyordu.

1921’e gelindiğinde fizik dünyası Einstein’in teorilerinin farkına varmış ve hayretle karşılamıştı.

İzafiyet teorisi ile Einstein Nobel ödülünü kazansa da Einstein hayattayken onun teorilerinin önemini kavrayabilen fizikçi sayısı oldukça azdı.

Günümüzde Einstein modern fiziğin babası olarak anılıyor.

O, evreni algılayaşımızı sonsuza dek değiştirdi.”

Evet Einstein’ın hikayesi bu şekilde.

Hala umutsuz, hala herşey size imkansız geliyor mu?

Geliyorsa hikayeyi tekrar baştan okuyun.