1677 yılından itibaren devletimizde kullanılmakta olan Hicri – kameri takvimle beraber, güneş esaslı takvim de mali işlemlerde kullanılmaya başlanmıştır. 13 Mart 1840 yani 1 Mart 1256 yılından itibaren ise Jülyen takvime dayalı, bu bir yılı 365 günden oluşan zaman dilimi, “Rumi takvim” adıyla bütün resmi işlemlerimizde kullanılmaya başlayarak yaygınlaşır.

8 Şubat 1332 yılında Jülyen Takvim esaslı Rumi Takvim yürürlükten kaldırılarak, İmparatorluğumuzun son senelerinde, Gregoryen Takvimi'ne geçilir. 1333 Rumi yılı, 31 Kânunuevvel 1333 günü sona erer ve 1 Kânunusani 1334 (1 Kânunusani 1918) olarak yeni sene başlar. 1840 yılından beri Jülyen usulüne göre yürüyen mali ve resmi muamelattaki tarihi kayıtlar, 1918 tarihinden itibaren Gregoryen usulüne göre devam ettirilir ve yılbaşı 1 Kânunusani tarihine alınır. 1334 Rumi (1918 Miladi) yılından itibaren, Rumi ve Miladi takvimlerdeki ay ve gün farkı kalmamış sadece 584 yıl sene farkı devam etmiştir.

26 Kânunuevvel (Aralık) 1341 tarihine gelindiğinde, Rumi Takvimdeki 1300'lü seneler terk edilip, uluslararası (miladi) takvimdeki, 1900'lü seneler kabul edilerek, Rumi Takvim tamamen yürürlükten kaldırılmış, 1341 senesi Kânunuevvelinin 31. gününü takip eden gün, 1926 senesinin Kânunusanisinin 1. günü kabul edilmek suretiyle uluslararası takvim sistemine geçilmiştir.

10 Şubat 1918’de vefat eden II. Abdülhamit’in son günlerine tekabül eder bizim Gregoryen Takvime geçişimiz. Eski padişahın bu değişiklikle ilgili; Sultan Reşat’ı kastederek, “Biraderin tuhaflığına bakın ki, yaptığı düzenlemeyle, sene 1. Kânunla bitiyor, yeni sene 2. Kânunla başlıyor.” Deyip güldüğü anlatılır. Tuhaflığın giderilmesi ancak, 10 Ocak 1945’te gerçekleşebilmiş, teşrinievvel, teşrinisani, kânunuevvel ve kânunusani aylarının adları ekim, kasım, aralık ve ocak olarak değiştirilmiştir.

Modernleşme maceramızla birlikte gündemimize “yılbaşı” tartışmaları girmeye başlar. Ancak bu tartışmaların artması televizyonun yaygınlaşması ile olmuştur. Televizyon yılbaşı ve kutlamalarını hem doğrudan yaptığı yılbaşı programlarıyla, hem de yayınladığı programlardaki yılbaşı sahneleriyle yaymış, geniş halk kitleleri de yılbaşı kutlamaya başlamıştır.

Genellikle evlerde ve belki bir iki komşu veya aile fertleri ile ve yine genellikle kuruyemiş, çay, meyve, tombala eşliğinde, televizyon seyredilerek yapılan yılbaşı kutlamaları, İslamcılığın ülkemize de girip yaygınlık kazanmasıyla tepki çekmeye başlamış, yerine “Mekke’nin Fethi” gibi alternatif program arayışlarından tutun, o gece geç yatmayı bile günah sayan anlayışlara kadar geniş bir yelpazede tutum ve görüşler geliştirilmiştir. Büyük meydanlarda topluca yılbaşı kutlaması ise ülkemizde oldukça yenidir.

Yılbaşı kutlamasının en yaygını benim de başlıkta yaptığım gibi, “iyi seneler” dileği iletmek biçiminde olanıdır. Maaşınızı aldığınız, yaşınızı hesapladığınız, faturalarınızı ödediğiniz dönemleri belirleyen bir takvimin senesinin başlangıcına bigâne kalabilmeniz imkânsız elbette. Elbette iyi dilekleri insanların birbirine iletmesinde bir beis yok ve inşallah bu, dua yerine geçer. Ancak unutulmasın ki bütün bir ömür, Tanpınar’ın mısraları ile söylersek, “Yekpare, geniş bir anın / Parçalanmaz akışında” tezahür ediyor. Bu gün çektiğimiz sefa ve/veya cefa nasıl dün yaptıklarımızın neticesiyse, 2018’de bu gün eylediklerimizin söylendiği yıl olacak.

Elmalılı Hamdi Efendi merhum, Descartes’in "Cogito, ergo sum"unu “İdrak ediyorum o halde varım” diye tercüme edermiş. Var olmanın şartı idrak yani. İyi seneler temennim baki olmakla beraber cümlemiz için idrak niyaz ediyorum. Hakikati gören, zahire kapılıp aldanmayan, her şeyin künhüne vakıf bir idrak…