“Marksist eleştirinin temelinde yer alan yabancılaşma teorisinden yola çıkan ve onu modern hayattaki tüm yönleriyle ortaya koyan Lefebvre: Beşeri bilimler, felsefe, politika ve ideoloji; bireysel ile toplumsal; bilinç ile eylem arasındaki bütünlüğü gündelik yaşamın yalınlığı içinde yeniden kurguladıktan sonra: Düş, sanat, oyun, ahlak, hayal gücü, politika, bilim, (din)… Bunları çıkardığınızda geriye kalan gündelik hayatın ‘cılız tortusu’dur ama bu ‘yüksek’ faaliyetlerin yeşerdiği toprak da odur: ‘Tek yapmamız gereken şey, gözlerimizi açmak, gündelik hayatın en mütevazı olgularının engin insani içeriğini basitçe keşfetmektir.’” Analiziyle gündelik hayatı düşünce dünyasının ve eleştirel bakışının merkezine yerleştiren Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat ve üç ciltlik Gündelik Hayatın Eleştirisi eserlerinde görünen o ki bu yaşadığımız durum örneğinde somutlaşan süreçlere dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanının açıklamaları da –ki dinin yaşanması ve anlatılmasına dair bir güncellemeden bahsettiğinin altını kendisi de çiziyor- çok sadık takipçileri ve bunların medyadaki temsilcilerinden destek görürken, tabanını teşkil eden kesimlerden ciddi bir muhalefetle karşılaştı. Muhalefetten gelen tepki ise iyice manidardı. Sadık takipçilerine karşılık yeminli muhalifler…
Devletin dine müdahil olması ya da devletle dinin içiçeliği kadim zamanlardan beri insanoğlunun önemli meselelerinden birini teşkil eder. Modern zamanların iktidarlara sağladığı sınırsız etki – baskı imkânları göz önüne alınırsa, bu müdahalenin tahribatını düşündüğümüzde, dini(mizi) korumak için bir çeşit “dindar laikliği” anlayışı geliştirerek, “dinime dokunma” muhafazakârlığına bürünmenin doğru olacağı kanaatindeyim. Ancak sorun da orta yerde duruyor. Gündelik hayatı hem belirliyor, hem de giderek çürümesi ve kokuşmasında en önemli etkenlerden biri olmaya devam ediyor. Elbette devletin –söz konusu açıklama özelinde Cumhurbaşkanın- dini eylemleri ve bunlara ilişkin söylemleri güncellemesine karşıyım. Zaten açıklama da güncelleme yapacağından değil güncelleme gereğinden söz ediyor. Dolayısıyla bunun tartışılması gerektiği düşüncesine katılıyorum. Tartışılması halinde karşı çıkanlarla, katkı koyanlarla konunun görülmeyen birçok veçhesinin ortaya çıkacağını, piyasada cirit atan din tacirlerinin alanlarının daralacağını düşünüyorum. Diğer taraftan Lefebre’nin ortaya koyduğu “yabancılaşma” sorunu ile de din alanında yüzleşebileceğiz gibi geliyor. Hegel’in “aşina olan tanınmaz” tespiti uyarınca, gündelik hayatımızda en fazla aşina olduğumuz husus olmasına rağmen din en büyük meçhulümüz. O derece yabancılaşmışız ki sorulan sorulardan, alınan cevaplara, ritüellerden, algı biçimlerimize kadar hepsini yeniden düşünmemiz gerekiyor gibi. Toplumsal tavır alışlarımızda sözde referansımız kafamıza göre bulduğumuz ulemanın fetvası, kişisel hayatımızda niye yaptığımızı bilmediğimiz, bizde hiçbir değişiklik oluşturmayan ritüeller ve bunlara eklenmiş uydurma ritüeller… İçi boşaltılmış ibadetler, ibadetlerin yerine geçmiş ayinler, sohbetler, ziyaretler ve toplumsal, sürü halinde taraf oluşlar katharsisi ile güya tertemiz olup çıkıyoruz, ta ki bazen vicdanımıza, bazen bir şarlatana, bazen bir din tacirine siyaset, ticaret veya sosyal hayatımızda toslayana kadar. Bu durumda da çaremiz hemen hazır “dinimizi bilmiyoruz?” Hâlbuki bütün bu güruhun iddiası, dinin kendi söyledikleri olduğu ve hepsinin de kadim ilmihal, fetva ve hatta hadis kitaplarında yerini buluyorlar. Demek ki sorun sadece bilmek meselesi değil. Bütün bu müktesebatı bu günün sorunlarına göre yeniden müzakere ve mütala etmek. Galiba Cumhurbaşkanı da bunu söyledi.
Güncelleme konusunda Cumhurbaşkanına katılıyorum ve devlet, tarikat, cemaat, muktedir, zengin, âlim gibi üstünlük içeren her türlü kişi kurum ve yapılanmaların söyledikleri karşısında, “dinime dokunma” teyakkuzunda bir “dindar laikliği” anlayışı ile tartışılmasında yarar olduğunu düşünüyorum.