Haber detayında ise “İngiltere'deki sivil toplum örgütlerinin tahminlerine göre ülkede 9 milyon kişi yalnızlıktan kötü etkileniyor. Günlerce kimseyle sosyal temas kurmadan hayatlarına devam eden vatandaşların büyük kısmını ise 75 yaş ve üstü kişiler oluşturuyor.” Bilgileri yer alıyordu. Birleşik Krallık nüfusunun 60 milyon civarında olduğunu düşünürsek 9 milyon kişinin çok ciddi bir orana tekabül ettiğini görürüz.
Nüfusu 10 milyon kişi civarında olan, dünyanın en iyi sosyal güvenlik ağına sahip, refah seviyesi en yüksek ülkesi İsveç’te ise durum daha da vahim. Nüfusun yarısı yalnız yaşıyor. Yalnız yaşayanların yarısı da yalnız ölüyor. Ülke nüfusunun dörtte birini teşkil eden yalnız ölümlerden, ölümün üzerinden günler, haftalar, hatta aylar geçtikten sonra ancak haberdar olunabiliyor. Bunun için yerel yönetimler birimler kurmaya başlamış. Bir başka sarsıcı durum da, artık kadınların evlenmeden suni döllenme ile çocuk sahibi olma eğilimlerinin hızla artması.
Çağımız insanı, sosyal güvenlik imkânları, sağlık sigortası gibi maddi yeterlilikler sebebiyle yalnızlığı daha kolay kabullenip yaşıyor olabilir, ancak anlayış değişimi ve teknolojinin de bunu körüklediği çok açık. Çok çocuklu aile ortamlarında, küçük evlerde çocukluğunu geçirmiş, aile ilişkilerinden akraba ve komşuluk ilişkilerine kadar geniş bir sosyal çevre içinde doğup büyümüş bizim kuşak bile, kapılıp alışıyor yalnızlığa. Dostlarla yüz yüze, can cana sohbetler giderek teknolojik bir hal almaya başladı. Mesajlaşma ya da sosyal medya kanalıyla haberdar olmakla iktifa eder olduk artık. Bizden sonraki nesillerse zaten iyice uzaklar gerçek ilişkilerden. Evlerimizde bile elimizde akıllı telefon, tablet, bilgisayar gibi şeyler, sözde dünya ile iletişimdeymiş gibi, her birey kendi yalnızlığına gömülüyor. Buna “teknoloji bağımlılığı” deniyormuş literatürde ve bu ay Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde, tedavisi için bir servis hizmete girmiş. Teknoloji bağımlılığı Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü tarafından en tehlikeli ve mücadele edilmesi gereken ikinci bağımlılık olarak ilan edilmiş. Hâsılı dörtnala koşuyoruz yalnızlığa.
Eskiler “yalnızlık Allah’a mahsus” derlerdi, İngiltere, İsveç gibi refah içindeki ülkeleri ve oradaki yaşlıların karşılaştıkları sorunları hatta onların yalnızlığının bir ulusal sorun olarak algılandığını görünce, anlıyor insan bu sözün doğruluğunu. Hemen her mesele gündeme geldiğinde bazen şakayla karışık, bazen ciddi olarak “eğitim şart” vurgusu yapılır ya, burada o da işe yaramıyor. Bu iki ülke eğitim seviyesi itibarıyla da oldukça iyi yerdeler. İktisaden olmayı hayal ettiğimiz yerde, insani olarak bizi buz gibi bir yalnızlık bekliyor. Ve yapayalnız bir ölüm.
Ülkemizde boşanma oranlarının giderek artması bir kısım bilim adamını harekete geçirmiş yaptıkları araştırmaların bulgu ve sonuçlarını, önümüzdeki dönem yoksul bekâr annelerin sorunlarının yaşanacağı yıllar olacak diye formüle etmişlerdi. Gidişata bakarak buna yalnızlığı, yalnız yaşayan ve ölen yaşlıların sorunlarını da ekleyebiliriz. Bu sorunlardan bence en önemlisi dini kullanan, istismar eden yapıların bu alanlarda güç kazanma ihtimalinin yüksek oluşu. Bir yandan ayrı ebeveyn travması sebebiyle, tutunacak dal arayan gençler kolayca bu manevi tuzaklı yapıların kucağına düşebileceklerdir. Diğer yandan yaşlanmanın getirdiği ölüm duygu ve korkusu sebebiyle dine yönelişleri tabi olarak artan yalnız yaşlılar da bu manevi tuzaklı yapıların potansiyel kurbanları konumundadır.
Bir zamanlar köyden kente göçün etkileriyle şehir karşısında yalnız ve çaresiz kalan gençlerin dini/manevi görünümlü yapılar tarafından kandırılarak devşirilmesi sonucunda neler olabileceğini 15 Temmuzda gördük. Evet, belki bunların en tehlikeli olanıyla bir mücadele veriliyor, ancak bataklık şekil değiştirerek, her türlü pislik için uygun ortamları üretmeye devam ediyor. Bu konunun en önemli meselemiz olduğunu ve el birliğiyle çözümler üretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Mahalle yapısından konut mimarisine, camilere yeni fonksiyonlar vermekten –belki eski fonksiyonlarının ihyası, iadesi demek daha doğru- konut tipilerimizi ve aile yapımızı yeniden tanzim etmeye kadar her hususu gözden geçirmeliyiz. Ne gençlerimiz ne de yaşlılarımız kimsenin insafına bırakılmamalı.