Kişisel okuma maceramda bestseller denilen çok satan kitaplardan uzak durmuşumdur. Bu duruş bir nevi tekebbür müdür diye düşündüğüm de çok olmuştur. Çünkü çok satan kitaplar ortalama beğeniye hitap eden, dönem dönem değişen trendleri temsil eden, tamamen ticari kitaplardır diye düşünürüm. Bu sebeple şüpheyle yaklaşır ve mümkün mertebe çoksatan kitaplardan uzak dururum. Lakin bu kitapların arasında iyi kitaplar olduğunu da bilirim. Hatta kimi sevdiğim kitapların ya da yazarların zaman içerisinde değer kazanıp trend haline geldiğini de görmüşlüğüm vardır. Ama benim bu tereddütlü tavrımdan dolayı arada kaynayıp giden güzel kitaplar olabileceği düşüncesinin keyfimi kaçırdığı da olur.
Böyle bir giriş yapmamın nedeni 90’lı yıllarda trend haline gelen psikanaliz kitaplarıyla ilgili. Irwin Yalom’un kitapları bu dönemde ellerden düşmezdi. Dolayısıyla bir çok yayınevi, değişik kitaplarla bu konuyu kitapevlerinin raflarına taşımıştı.
Ayrıntı yayınları benim uzun yıllardır takip ettiğim yayınevlerinden biridir. Birçok kitabını hararetle okuduğum bir yayınevi. Bununla beraber bazı kitaplarını da daha sonra veya uygun bir zamanda okumak üzere alıp kitaplığıma alıp koyarım.
Bu hafta, işte tam da sözünü ettiğim türden bir kitabı okudum. Paul Watzlawick’in Ayrıntı Yayınları arasından 1996 yılında Türkçe yayımlanan, İyideki Kötülük adlı kitabıydı. Daha sonraya ertelememin sebebi o yıllarda aynı yazarın Mutsuzluk Kılavuzu adlı kitabının bütün dünyada bir milyonunun üzerinde satması, yani bir çok satar kitabın yazarı olmasıydı. Neyse ki üzerinden zaman geçmiş, unutulmuş benim kitaplığımda bile bir köşede kaybolmuş bir kitaptı. Okudum ve pişman olmadığım gibi, iyi bir kitap okumanın verdiği duygusal ve zihinsel hazları doyurucu biçimde yaşatan bir kitaptı.
Kitap; “Hekate, Antik çağın kader tanrıçası; etrafında uluyan köpekleri, hayaletlere ve hayallere hükmeden ve 11. Yüzyılda Macbeth’e konuk olan o uğursuz tanrıça. Gözüne kestirdiği kişinin üstünde denediği insafsız stratejiyle onun güven duygusuna kapılıp kendi sonunu hazırlamasına neden olan Hekate. Watzlawick ince bir alayla bu tanrıçanın kadrini bize gösteriyor. Güven ve mutluluk peşindeki bizlerin politikada, bilimde ve günlük ilişkilerimizde yolumuzu şaşırmamızın, pürüzsüz dediğimiz çözümlere kapılmamızın sorumlusu, bu eskimeyen ilkenin anasıdır Hekate.” Sözleriyle başlıyor.
Ayrıntı yayınları kitabın yeni baskısını yaptı mı bilmiyorum. O yüzden eğer yeni baskısı yoksa, merak edenlerin ancak sahaflarda bulabileceği bir kitaptan söz ediyorum. Yukarıda yaptığım alıntıda belirtildiği gibi, güven ve mutluluk bekleyen bizlerin özellikle günümüzdeki gelişmelere bağlı olarak politikada ve gündelik ilişkilerimizde düştüğümüz bazı tuzaklar konusunda bize ipuçları veren bir kitaptı. Özellikle sıcak siyasi gündemimizle ilgili olarak kitapta üzerinde durulan bir kavramdan bahsetmeliyim. Yazar, “nihai reçete çözümler” kavramı üzerinde sıkça ve çeşitli vesilelerle duruyor. Avrupa yakın tarihinde nihai reçete çözümlerin insanlara yaşattığı acıları hatırlatıyor. Sırf bu kavram üzerine uzunca bir yazı yazılabilir. Fakat yalnızca kavramın çağrıştırdıklarına vurgu yaparak okurun merakını kamçılamayı yeterli buluyorum.
Kitabın içeriği hakkında bir fikir sahibi olmak isteyenlere de içindekiler bölümündeki başlıkları nakledelim.
Güven: insanın atadan kalma ezeli düşmanı, Bir şeyin iki katı, iki kat daha iyisidir, İyideki kötü, Gelelim iyinin başlattığı “zincirleme tepkime”ye, Sıfırlanmaz toplamlar oyunları, Şu güzel dijital dünya, “Senin ne düşündüğünü çok iyi biliyorum, Düzensizlik ve düzen, İnsancıllık, tanrısallık, Canavarlık, Hüzünlü Pazar, O bu mu?
Kitap 100 sayfadan ibaret. Bu kadar küçük bir hacimde bu kadar değerli düşünceleri bir araya getirmek gerçekten iyi bir yazarlığın ve yazarın sahasındaki uzmanlığının bir göstergesi olarak düşünülebilir.
Alman edebiyatı ve düşünce dünyası dendiğinde aklımıza gibi Goethe, Nietsche, Schiller, Heidegger gibi belli başlı isimler gelecektir. Fakat günümüz Alman edebiyatına büyük ölçüde yabancıyız. Paul Watzlawick, modern psikanalizde yaptığı katkılarla da anılan bir bilim adamı. Öte yandan bu kitapta kullandığı dil ve üslupla, alanındaki bilimsel birikimini akademik dilin dışına, edebiyatın ve felsefenin alanına ustalıkla taşıyor. Turgay Kurultay da adeta dilimizde yazılmışçasına bize aşina bir üslupla kitabı Türkçe’ye çevirmiş.
İyideki Kötü’yü okurken, edebiyat başyapıtlarından alıntılarla, Lao Tsu ve Ömer Hayyam ile karşılaşmak farklı duygular uyandırıyordu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse beni çok şaşırştansa Ebubekir Şiblî ile karşılaşmak oldu. Detaya girmiyorum. Merak eden arasın kitabı bulsun ve okusun diye...