Gözünü dünyaya daha açar açmaz bu farklı âlemin gerçekleriyle yüz yüze gelmesi neticesinde ağlamaya başlamış, kendisi için takdir edilen bu dünya hayatına ait sürede bazen gülmüş bazen ağlamıştır. Ama temelde insan, yapıp ettiklerini hep “gülme” merkezli yapmış; mutlu, ferah feza bir süreç yaşamak, mutlu olmak istemiştir.

 Dünyadaki yaşama şartları açısından bu dünyaya bir bakıma korumasız olarak gönderilmiş olan insan, öncelikle vücudunu her türlü durumlar için korumaya almaya çalışmış, elbise adını verdiği bir nesneyi üretebilmiştir. Bu, bazen insanların içinden yine insanı yaratan Yüce Zât’ın seçtiği o seçkin kulları, peygamberleri bazen de onların varisleri olan âlimler vasıtasıyla mümkün olmuştur. Terzilerin pîri olarak İdris nebinin, marangozcuların pîri ve gemi mühendisi Hazreti Nuh’un(a.s.) anılması, bilinmesi boşuna değildir.

İlk insan Hz. Âdem (a.s.), aynı zamanda insanlığın da ilk öğretmeni, ilk ziraat mühendisi olma vasfının sahibidir; evlâtlarına bu dünyada dosdoğru, güzel ve mutlu yaşamanın nasıl olacağını evlâtlarına kendisine bildirilen bilgi sayesinde anlatmış ve doğru yolu göstermiştir. İnsanoğlunun, hayatını bu istikamette devam ettirdiği müddetçe aldıkları kararda asla hata yapmayacağını bildirmiş aksi takdirde bu dünyanın bir “cehennem”e döneceğini ifade etmişlerdir. Bu durum, İnsanlığın İftihar Tablosu’na(sallallahu aleyhi vesellem) gelinceye kadar devam etmiş, O da kendisine bildirilen yüce hakikatleri insanoğluna anlatarak en büyük muallim, insanoğlunun hayatına hayat sunan en büyük öğretmen olmuştur.

 Muallim ya da öğretmen kimdir, neyi, nasıl ve ne şekilde anlatmalıdır? Bu soruların cevapları, aslında insanın kâinattaki konumunu açıklayacak şu soruların cevaplarında gizlidir: Ben kimim, neyim, burada ne işim var, sürekli olarak burada mı yaşayacağım, asıl memleketim, yurdum neresi, ben nereye aidim? İkinci gruptaki sorulara cevap bulmak için elde edilecek bilgileri öğretecek olan kişi öğretmendir. Öğretmenin kendisi açısından da bu soruların cevapları elbette verilmiş olmalıdır. Yoksa aklı karmakarışık olan, kendisi açısından bir karanlık, bir boşluk olan zihin dünyası ve kâinat bir başkasına aydınlık olamaz. Münevver olmayan öğretmen, çevresini aydınlatamaz. Öğretmen, Bir’i merkez almalı ki öğrettikleri binlerce bilgi hep Bir’den olsun.

 İnsanlık, bugün kendisine gönderilen mektubu okumadığı için, onu doğru okuyup gereğince yaşayamadığı için binbir sıkıntı çekmekte, her gün binlerce can kanlar içinde bu dünyayı terke etmektedir. Aslında insanlık, “Allah’a ve ahret gününe iman eden bir kimse ya hayır söylesin ya sussun!” hakikatine erişebilse, bu ufku yakalayabilse kendisine öğretilen bilgilerle bir şaşı hâli yaşamayacaktır.

 Bugün, elindeki kör fenerleri evrenin en güçlü ışık kaynağı zanneden zavallı insanlık, bir adım ötesinde kendini bekleyen nice belâ ve musibetleri görememekte, yaşadığı problemlere bir çözüm üretememekte; bunun neticesinde “her yer kerbelâ” olmuş ve acılar üstüne acılar yaşamaktadır.

 İnsanlık yüzyıllardan beri çektiği bu acı ve sıkıntılardan ancak ve ancak, evrenin sahibi ve yaratıcısı tarafından insanlığa başöğretmen olarak gönderilen ve onun ders olarak okuttuğu kitabında anlatılan hususların bir bir hayata hayat kılınması, kıyamete kadar gelecek bütün öğretmenlerce bunların nesillere aktarılması ile kurtulacak ve insanoğlunun acıları son bulacaktır. Aksi takdirde insanlık, acılar üstüne acılar yaşayamaya devam edip gidecektir.

 İnsanın her iki dünyada da rahat edebilmesi kendisine verilen o mektubu, şaşmaz doğruları ve hakikatleri içeren o mektubu en ince ayrıntısına kadar dikkatle okumalı ve onun gereğini yapmalıdır. Bunları da bir sonraki nesillere bozmadan ve değiştirmeden anlatmalı ve aktarmalıdır.

Hüseyin SAY