İşin hukukî boyutuna geçmeden evvel dershanelerin var olmasına sebep olan hususlar üzerinde durmakta büyük yarar var. Bir kere şunu kesinlikle ifade etmek lazım ki sebepler değişmemişse sonuçlar da değişmeyecektir. Türkiye’de dershaneler bir sebep değil, sonuçtur. Önünde eleme sistemine dayalı bir sınav olduğu müddetçe dershaneler var olmaya devam edecektir; ama yasal ama değil. Devam edecekse devlet bunu yasal çerçeveye çekmek zorundadır. Yıllardır olan da buydu zaten. Sebepleri ortadan kaldırırsanız sonuçlar da değişecektir. Üniversitelere öğrenci yerleştirmede eleme sisteminden vazgeçer, başka bir formül bulursanız o zaman dershanelere ihtiyaç kalmaz ve bu müesseseler kendiliğinden varlıklarına son verir zaten.
Dershaneler, yaralı eğitim sistemine aslında pansuman bir tedbirdir; en azından yara burada iyileştirilmeye çalışılmaktadır. Devletin okulları yeterli olmuş olsa idi, dershanelerin varlığı ortaya çıkmazdı. Demek ki orada anlatılanlarla üniversite sınavında sorulanlar arasında bir uyumsuzluk söz konusu. ÖSYM tarafından hazırlanan, eski adıyla ÖSS ve ÖYS, şimdiki adıyla YGS ve LYS’de sorulan soruların içeriğinin MEB okul müfredatıyla birebir uyumlu olduğunu söyleyebilirler mi? Okulda görmediği konuyu, siz kalkıp üniversitelere giriş sınavında soru olarak sorar iseniz vatandaş da çocuklarının geleceğini etkileyecek böyle bir sınav için gerekli tedbirleri alacak, dershanelere ihtiyaç duyacaktır. Bu durum değişmediği müddetçe de dershanelere her zaman ihtiyaç duyulacaktır. Resmî okulların bile ücret belirleyerek hafta sonlarında kurs açmaya çabası içerisinde olması bunun ihtiyaç olduğunun bir göstergesidir.
Bir başka yanlış da dershanelerin eğitimde fırsat eşitliğine zarar verdiği düşüncesidir. Şu bir gerçek ki dershanelerin eşitsizliğe sebep olduğu düşüncesi doğru değil. Bilakis dershaneler Türkiye’de eğitim ve fırsat eşitliğini ortaya koyuyor. Bu sebeple, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması ve devam etmesi için dershaneler faaliyetlerine kaldığı yerden devam etmelidir. Bir öğrenci, sadece lise son sınıfa geçtiğinde, ücreti iki üç bin lira arasında değişen dershanelere bir şekilde giderek önüne gelecek soruları çözebilir duruma gelirken, şimdi temel liselere gitmekle velev ki teşvik kapsamında eğitim öğretimini sürdürsün toplamda en az altı bin lira masraf etmesi gerekir. Şimdi iki bin lira mı çok altı bin lira mı? Bunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Dershanelerin dönüşümü meselesi Türkiye’de hiçbir eğitim problemini çözememiş ve üstelik birçok problemin yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Bakanlık 60 bine yakın öğretmenden sadece 3 bin kadarını istihdam edeceğini beyan etmiş, öğretmenler mağdur edilmeyecek diyerek dönüşüm meclisten geçirmiş ama sözünde durmamıştır.
Dershanelerin dönüştürülerek kapatılması meselesi siyasi bir meseledir, eğitim öğretim problemlerinin halledilmesiyle zerre kadar alakası yoktur. Bu hamlenin siyasi olup olmadığına karar vermek için öncelikle meseleyi hak ve hukuk, temel özgürlükler açısından ele almak yeterli olacaktır.
AYM, dershanelerin kapatılamayacağına hükmetti ama bakanlık yeni bir yönetmelik hazırlayarak bu kararı yok hükmünde kabul ederek hukuku dolandı ve yeni yönetmelik hazırladı. Kâğıt üzerinde oyun oynamaktan farksız olan dershane yerine özel öğretim kursu yazmak neyi halletmiştir veya halledecektir? Herkes bilir ki hiçbir yönetmelik yasalara, hiçbir yasa da anayasaya aykırı olacak şekilde düzenlenemez. Düzenlenirse yok hükmündedir.
Bakanlık, eğitim kalitesini artırmaya yönelik projeler üretmenin çabası içerisinde olmalı; okullara siyaset bulaştırmanın değil. Bugün özel okullar üzerinde siyasetin baskısı günbegün artmaktadır. Yetmiş seksen polis eşliğinde, uzun namlulu silahlar gölgesinde, sekiz ayrı kurumdan güya “teftiş”e gelenlerin niyeti kurumların daha iyi hizmet vermelerini sağlamak değildir. Hele bu yöntem kreşlere kadar, o minicik çocukların gözleri önünde yapılıyorsa bunun eğitim öğretimle yapılabilecek hiçbir izahı yoktur. Bakanlık, kapatmalara değil, resmî ve özel okulların daha iyi hizmet vermesini sağlayacak projeler üzerinde çalışmalar yürütmesi daha akıllıca bir iş olacaktır. Böylelikle milletine gerçekten hizmet etmiş olacaktır.
Bakanlık hazırladığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde “dershane” kavramına yer vermiyor, bunun yerine “kurs” kelimesini kullanıyor. Üstelik bir kurum sadece üç dersten kurs açabilecek. İyi de öğrenciler üç dersten sorumlu tutulmuyor ki. O zaman ortak akıl şunu söyler: Madem üç dersten ya da ders grubundan izin veriyorsun, o zaman üç dersten sorumlu tut öğrenciyi. Ama buna imkân yok.
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi yeni düzenlemeyi iptal ettiği için, eski uygulama yürürlüktedir. Yeni yönetmeliklere ihtiyaç kalmadan dershaneler faaliyetlerini sürdürecektir. Zaten Güven-Der yetkilileri de yaptıkları açıklamada dershanelerin faaliyetlerini sürdürmesine hiçbir engelin olmadığını dolayısıyla faaliyetlerine devam edeceklerini söylediler.
Bakanlık, eğitim bunca problemine çözüm aramak dururken neden problem üreten “proje”lere imza atar ki! Anlamak gerçekten mümkün değil.