Uyanmak, uyku sonrası bir hâlin adı ve bu hâl, uyuyanlar için geçerlidir. Allah uyuma nimetini, vücut ve zihin emanetini dinlendirmek için vermiş. Ama bunda da “haddi aşmamak” çok önemli. Haddi aşanlar, zalimlerin ta kendileridir. İnsan, nefsine olması gerekenden fazla değer verdiği takdirde zalimlerden olur.
Bazı insanların uykusu uzun mu uzun, bazılarınınki ise çok kısadır. Haddizatında uykusunu az tutanlar, gerçekte en çok yorulanlardır. Onların durmaksızın koşuşturmaları vatanı ve milleti, insanlığın kurtuluşu içindir. Gece gündüz demez; sabah akşam demez, yakın uzak demez; başlarında daima tatlı bir telâş vardır onların. Yaşama aşkı, onların semtine asla uğramamıştır, yaşatma aşkına gönül söz verdikleri, o demden beri. O dem ki “o ağacın altı”nda, ötelere ait bir zaman diliminden bir parça yaşamışlardır; cennetlerin kokusunu duymuşlardır. Rabb’inin rızasını kazanmaktan başka bir gaye-i hayalleri olmamıştır o hak erlerinin, gönül kahramanlarının.
Gaflet hâlinde olmayanlar için ne uyku ne de uyanma söz konusudur; onlar zaten daima hüşyâr hâldedir. Gözleri, vatanın bünyesine sızmaya çalışan düşmana karşı her dem sak bekçilerdir. Görevleri başında vazifelerinden başka işleri malayani sayar, aldığı maaşının hakkı verme, kendisinin ve çocuklarının kursaklarından haram lokma geçirmemenin telâşı, dikkat ve rikkati içerisinde hareket ederler. Varsın, zaman zaman birileri, onlara kendileri gibi görsün de güçleri yettiğince zulmün paslı ve karanlık dehlizlerinde ibadetlerinden bile onları mahrum etmeye çalışsınlar. Hak katında durumlarının “said” olması için cehd ü gayret sarf ettikten sonra ne gam... Niyaz-i Mısrî gibi "Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp/Aşk ile daim uçup çağırırım dost dost " deyip o “ezelî” ve “ebedî” dostu razı etmenin ötesinde bir gaye-i hayal, bilâ ihtiyaç. Hikem-i Ataiye’nin “Cenab-ı Allah’ı bulan neyi kaybeder ve O’nu kaybeden neyi kazanır?” sözünü, Üstad Bediuzzaman Hazretleri gibi “Onu bulan her şeyi bulur. Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur.” tonunda yorumlayıp “Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.” diyerek Cenab-ı Mevlâ’nın rızası istikametinde çalışmaya devam ederler.
İster binlerce işçinin ve ailesinin rızkına vesile olan bir patron, ister sadece aile efradının geçimini temin etme yolunda hakikat-aşina bir işçi; nihayetinde, hep helâl dairede hareket eden ve haramların çelmelerine yakalanmama adına tir tir titreyen rikkatli bir kalp sahibi, hak yolunun dönme bilmez yolcusu isen ne gam! Rabb’imizin bize öğrettiği şekilde “Nimet ve lütfuna nail ettiklerinin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların ve sapkınlarınkine değil.” diye günde beş defa ellerini açıp o ilâhî dergâha yönelen samimî bir mü’min ve mü’mine veyahut Üstad Necip Fazıl’ın billur nitelikli “Dua, dua, eller karıncalanmış;/Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. /Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...” sözlerinde ifadesini bulan yakarışları hiçbir gece fevtetmeden gerçekleştiren dua erleri isen…
Uyanmak, önemlidir; tabiat bahara uyanıyor… toprak uyanıyor, hava uyanıyor, yer uyanıyor, gök uyanıyor. Bir uyanmayan sadece insanoğlu kaldı neredeyse, şu köhne dünyada… “Müslüman, aynı delikten iki kez sokulmaz, ısırılmaz!” buyuran bir Peygamber’in (aleyhissalatü vesselam) ümmetiyiz. Lâkin hata üstüne hata yapıyoruz ama bu hatalardan da biran olsun geri durmuyoruz. Son bir buçuk yıldır söylenen yalan ve iftiralar, binleri buluyor neredeyse… Evet, “bir iyilik, ikinci bir iyiliğe kapıcılık ediyor. Nitekim bir günah, başka bir günahı davet ettiği gibi.” Gün geçmiyor ki yalanlara yalan katılmasın, iftiralara yenileri eklenmesin. Bir mü’mine ve Müslümana yakışmayan bu sefil hâller karşısında şeytan zevkten dört köşe oluyor ve hayretler içerisinde kalıyordur. Onlar bu yalanları söylerken ve iftiraları atarken de asla tatmin olmuyor; her bir yalan ve iftiralarından sonra onların daha büyüklerini, daha büyüklerini söyleme gereği duyuyorlar. Böyleleri zahiren uyanık olsalar da gaflet deryasında yüzüp durdukları için gerçekte hep uykudadır. Hakikat baharları gelse bile onlar, hâlâ kış uykularında uyumaya devam etmektedirler. Bir gün uyandıklarında ise güneş batıdan çoktan doğmuş olacak… Heyhat!.. Güneş batıdan doğunca, kıyamet kopunca, iş işten geçmiş olacak. Bu hâllerinden nedamet etmiş olsalar bile, bu nedametleri, bir işe yaramayacak…
Bugün cemreler düşmüş olsa da henüz “şubat ayazları” etkisini devam ediyor dedik. Ayazlar gönüllerde değil, bedenlerdedir. Gerçek bahar ise bedenlerde değil, gönüllerdedir. Bahar umudunu gönülden taşıyanlar için gerçekte kış hiçbir zaman kalıcı değildir. Ne diyelim, Rabb’im, gözlerimizden baharlar müjdeleyen gözyaşlarını, kalbimizden bahar esintilerini, aklımızdan da “şubat ayazları”na karşı dikkat ve rikkati eksik etmesin.