Don Kişot / Yaşanmış Şiir, Roger Garaudy

Doğudan Uzakta, Amin Maalouf

 

Aşk İmamdır Bize / Yunus Emre Yorumları, Mustafa Tatçı.

“Aşk, efsane ve efsun değildir. Aşk san’at-ı her dû’n değildir. Her aşk davası eden âşık olmaz; her muhabbetten dem uran sadık olmaz. İlâhî herkes merd-i aşk olmaz ve değme kalbde derd-i aşk bulunmaz. Aşk bir kimyadır, onun madeni can olur; aşk bir gevherdir, onun mekânı kân olur. Aşk bir zevktir, onun da şeydâları var; aşk bir hurû’ştur, onun da deryaları var”  (Sinan Paşa, Tazarrûnâme)
 
 
“Âdem, Cennet’te başarısız oldu. Çünkü bu sufilik idi. O, çoğalıp meşakkat içinde sülûk bulması takdir edildiği için dünyaya indirildi. Kardeşliği ve meslekleri tesis etmesi istendi. Bu da melamîlik idi. Kabil’e gelince, biriktirmeyi ihdas edip işi o kadar önemsedi ki, kardeşliği yok etmekten ve cemaati bozmaktan başka davası kalmadı. Oysa bu düşüş demekti. Âdem tükenmez bir mal istediği için düşmemiş miydi?” (Lütfi Bergen, Sufiden Melamiye)
 
“… otoritesiz iktidar oyunu, yeni bir karakter tipi yaratır: Artık amaçlı insan gitmiş, yerine "ironik insan" gelmiştir. Richard Rorty, ironiyi insanın kendisini tanımladığı sıfatların sürekli değiştiğinin, ayrıca kullandığı kelimelerin ve dolayısıyla benliğinin olumsal ve kırılgan olduğunun her zaman farkında olduğu için kendi kendini ciddiye alamaması olarak tanımlar. Kişinin kendine ironik bir gözlükten bakması, esnek bir zaman boyutunda otorite ve sorumluluk ölçütleri olmadan yaşamasının doğal bir sonucudur. Bu türden bir karakter modern dünyada kişinin kendisine zarar verir. Hiçbir şeyin sabit, kalıcı olmadığına inanan insan bir süre sonra "Ben pek de gerçek değilim, benim ihtiyaçlarımın temeli yok" noktasına gelir. Kişinin değerini takdir edecek bir insani otorite de yok olmuştur.Ne mükafatın ertelenmesine ve insanın kendisi çalışarak ispatlamasına dayanan eski iş etiği ne de takım çalışması masalları anlatan ve sahte cemaatler icat eden yeni iş etiği "Yaşamımı nasıl şekillendirmeliyim?"  sorusuna tatminkar bir yanıt verebiliyor. Birinci yaklaşım uzun vadeli bir bakış açısına sahip bireyin iç bütünlüğünü katı kurallarla sağlıyor. İkinci yaklaşım ise bireyin yaşamını sınırlayan katı kuralları ortadan kaldırsa da kişinin kendi yaşamına dair uzun vadeli bir bakış sağlayamıyor”. (Richard Sennett, Karakter Aşınması / Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerine Etkileri)
“Kültürler arası mukayeseler yapmaya ve târihi "kültürel" farklılıklar ve mücadeleler üzerinden değerlendirmeyi "hafiflik" ve "yüzeysellik" sayarım. Benim bakışıma göre egemen "mübâdele tarzı" önemlidir. Egemen mübâdele tarzı kültürel farklılıkları teğet geçer: Ne cins, ırk ne de din farklılığı tanır. Dolayısıyla Avrupa'nın bugün yaşadığı krizi Avrupa'nın değil; egemen mübâdele tarzının krizi olarak görmenin daha soğukkanlı bir değerlendirme olacağını söyleyebilirim.”  (Süleyman Seyfi Öğün, Bir başka Avrupa doğarken)
- “Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl buluyorsunuz?” 
- “Öncelikle Amerika’nın politikasına bakışımı anlatayım. Ben ABD’nin Suriye konusundaki tepkilerini eleştirdim. Dikkat edin tepki diyorum, politika değil. Başkan Obama sorun baş gösterdikten bir süre sonra “Esad gitmeli” dedi, ama bunu Esad’ı nasıl göndereceğine dair uygulanabilecek bir politika ortaya koymadan söyledi. Başkan Obama’nın kendisi bunu söyledi diye Esad’ın hemen yatak odasına gidip bavulunu toplayacağını düşünecek kadar naif olduğunu düşünmüyorum. Söylem ve politikalar arasında ciddi bir uçurum var. 
Türk hükümeti ise Batı Esad’a “git” demeye başladıktan epey sonra o kampa katıldı. Ama katıldıktan sonra da en sert Esad karşıtı oldu. 
 
Türkiye’nin duruşundaki bu dramatik değişimin biraz Obama’nın açıklamasını andırıp andırmadığını merak ediyorum. Bu tür açıklamalar yapmak hoş da eğer söylediklerinizi politika olarak uygulayamazsanız bir anlamı yok. Eğer coğrafi olarak Şili’nin yerinde olsaydınız, Türkiye’nin ne yapıp ne dediği çok fark etmeyebilirdi. Ama Suriye’de entegre olmayan bir patlamanın sonuçları ülkenizi birebir etkileyebilir. Kürt sorununu da, Alevileri de. Politika üretmekte biraz deneyimi olmuş bir insan olarak, bir kimsenin eyleme dönüştürmeye hazır olmadan eylemlerden bahsetmemesi gerektiğini düşünüyorum.” (Zbigniew Brzezinski , Söyleşi, 19 Kasım 2012, Hürriyet)
 
“Suriye meselesi, en azından bu ilk raundunda ‘realist’ dış politika teorisinin bakanımızın iyi duygularla örülmüş etik dış politika anlayışına galip geldiğini görmemize vesile oldu. Hepimizin alkışladığı ‘komşularla 0 sorun’ perspektifinden de geldik Rusya, İran ve Irak’la zincirleme şekerrenk ilişkiler dönemine. Her birinin stratejik çıkarlarını ve sosyolojik dinamiklerini hesaba katmadığımız için girdik türbülans alanına. Gerçekçi bir güç dengesi analizi ve ince ayar bir diplomasiyle yol kat edebileceğimiz bir ince uzun yola.” (Nur Vergin, Uluslararası ilişkilerde insanlık, duygu ve hesap)
“1890 - 1905 yılları arasında dünyanın lider gücü Büyük Britanya (BB) idi. BB’nın deniz aşırı ülkelerde bir türlü sona ermeyen sorumlulukları, sonunda hem bu ülkenin gücünü azalttı, hem de bu ülkeye giderek daha çok düşman kazandırdı. Boer savaşından Süveyş Kanalı krizine kadar uzanan Büyük Britanya’nın küresel ölçekteki müdahaleleri, BB’yı ülke içinde gittikçe artan bütçe açıkları; ülke dışında da gittikçe artmak zorunda olan sömürü zorunluluklarıyla karşı karşıya bırakmıştı.Şimdi de, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), BB’nın o dönemde karşılaştığı güçlüklerle boğuşuyor.
 
Washington, bir taraftan dünya liderliğinin gerektirdiği mali gereksinimleri karşılayamaz hale gelirken, diğer taraftan da müttefiklerini ve dostlarını kaybediyor; gittikçe yükselen bir direniş ile karşılaşıyor. Bu kısır döngü 1990’lı yıllardan sonra daha da kronikleşti. ABD halen federal bütçesinin % 70’ini (GSMH’sının % 14’ünü) askeri gücün sürdürülmesi, gerektiğinde kaçınılmaz savaşlara girilmesi, aktif diplomatik ve istihbarat çalışmaları yapılması, bunlara bağlı olarak ülke içindeki güvenliğin arttırılma zorunluluğu ve hepsinden önemlisi yeni savaş teknolojilerinin geliştirilmesi için harcıyor. Öte yandan, “komünizm tehdidi” kalmadığı halde ABD’nin askeri harcamaları bir türlü azaltılamıyor; artıyor.” (Yaman Törüner, Büyük güçler kendi kendilerini yok ediyor)
Eylemin ve kuramın namusu kararlı olmakla, inad etmekle, ben yaptım oldu demekle değil, bilakis hakikate hürmeten kuş gibi ürkek davranmakla korunur. Yaptıklarımızın, yapacaklarımızın doğruluğundan yüzdeyüz emin olmak haklılığımızın değil, cehaletimizin alametidir çünkü. Cahiller cesur olur tesbiti, âlemlere rahmet olarak gönderilenin bizlere rahmetinin eseridir. İfade istifade içindir, muhakkak ayık olmalı, haktan bir nişane olan o beni, ne yapıp edip benlik beliyyesinin hasarlarından korumaya özen göstermelidir. 
 
İsterim ki hakikati görünce değil, sezince bile, hemen yüreğim boyun eğsin, bir ömürdür peşinden koştuğu o nazlı sevgiliye direnmesin, cilvelerinden yılmasın, yaklaşınca da lüzumsuz gayretkeşliklerle onu incitmesin, hemen benliğini yere çarpıp kendini bütünüyle sevgilinin ayaklarının dibine bıraksın. Çaresizim, belki de nasipsiz, bilemiyorum ama bir ömürdür böyle olsun diye çırpınıyorum. 
Maksud-ı aslî ne ibadettir, ne de mabed, asıl amaç mabuddur. Sevgilinin ta kendisi. Rızası. Cilvesi. Hakikatte ve fakat her hâlükârda cemali, hatta celali. (Dücane Cündioğlu, Çamlıca için yakarış)
 
ŞİİR
Biz senin gözlerinden gördük 
arslanlara meydan okuyan o ceylanı, 
Başka bir ovası var o ceylanın bugün 
iki cihandan da dışarı 
Gözlerinin denizinde onu arama. 
O inci bir başka denizde. 
Bakarsın bugün sever bu yürek,yarın sevilir bakarsın. 
Yüreğimin özünde başka yarınlar var. 
Mevlana Celaleddin Rumi