Buradan gazeteciliğin ne olduğunu anlatmaktan ziyade, gazetecinin ideolojilere, siyasete, hukuka, ekonomiye, kültüre, sanata, spora, iş dünyasına, eğitime, sağlığa, ulaşıma, turizme hepsine sağduyulu davranması gerektiğini, bunların hepsinin birer parçası ya da içinde olmaması tepede olması ve eleştirip yerine yenisini koymak adına bir mesleği icra ettiğini hatırlatmakta yarar görüyorum. Her şeyin iç içe geçtiği günümüzde, ‘Ne yazarsan gider’ anlayışının hakim olduğu bir meslek olmaktan çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Buradan mevcut siyasal iktidara ne zaman taş atacaksın denildiğini duyar gibiyim. Tabii ki mevcut siyasal iktidarın ve önceki iktidarların basın üzerinde ne gibi etkisi olduğunu sağır sultan bile çoktan duydu.
111 yılı geride bıraktığımız basında sansürün kaldırılışının yıldönümünü bayram havası içerisinde kutlamak isteyen gazetecilere inat, mevcut siyasal iktidara yakınlığıyla taraf olan, kendisine gazeteciyim diyerek ideolojik çığırtkanlık yapanların bayram havasında kutlamalarının halk nezdinde ne önemi var, buna bakmaya gerek duymayanlara vicdanlarının rahat olup olmadığını sormak isterim. Yaptıkları mesleğin gazetecilik değil, reklamcılık olduğunu hatırlatmakta yarar var. Başta belediyeler olmak üzere kurum ve kuruluşların kendi oluşturdukları basın-yayın birimlerinden servis edilen haberleri görsel ya da yazılı medyalarında ‘Özel haber’ ibareleriyle veren, belediyelerin servis ettiği, ‘Park yaptık. Çalışanlarımıza gocuk dağıttık. İkramiyeleri ödedik. Emlak, çöp vergilerini topladık.’ Gibi haberlerin halkı ne kadar ilgilendirip ilgilendirmediği, her önüne gelenin gazetecilik yaptığı günümüzde ne önemi olabilir ki? Günü kurtardık mı kurtardık bitti.
‘Alo Fatih’ dönemini yaşadığımız ve kamuoyunun duymadığı bu ve benzeri durumların yaşandığı, siyasal iktidarın bu anlayışına karşın başta ana muhalefet olmak üzere diğer ideolojilerin de kendi basınlarını oluşturduğu günümüzde, ‘Bağımsız Gazeteciyim’ diyebilmek yürek istiyor. Toplum nezdinde büyük ağırlığı, saygınlığı olan gazetecilik bu anlayışlardan uzaklaşmış, ‘Yalaka, yandaş, satılmış’ gibi ibarelerle etiketlenmiş ve ilkeler bertaraf edilmiştir. Düşünce özgürlüğünden bihaber olmaya zorlanan gazeteciler siyasal iktidar tarafından mükafatlandırılır gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmesi sağlanıyor, İl/İlçe teşkilatlarında görevler veriliyor. Bunu duyan diğer gazeteciler ise ’Gazeteci her hangi bir siyasal yapıya üye olamaz, organlarında görev alamaz’ ilkesine aldırış etmeden ‘Hani bana görev’ haykırışıyla siyasal iktidarın toplumu ötekileştiren, ikiye bölen, (yüzde 50’yi zor tutuyorum) söylemlerini cilalayıp manşetlerine taşıyor. Ne için? Kendi çıkarı için. Halkın doğu, tarafsız, objektif, ilkeli haber edinme hakkı o gazeteciyi hiç ilgilendirmiyor.
Düşünce özgürlüğüne bağlı kalan, gazetecilik mesleğini tüm ilkeleriyle yerine getiren gazeteciler şu ya da bu sebeplerden cezaevlerinde tutuluyor. (kaç gazetecinin cezaevlerinde tutuklu olduğunu öğrenmek istersen google’a müracaat etmek ve o acı tabloyu görmek gerek) şimdi tüm bunların ışığında yeniden soruyorum, hangi sansür, hangi gazetenin ya da gazetecinin üzerinden kalktı? Yine söylüyorum, ‘Taraf olmayan bertaraf olur’ anlayışındaki teslimiyetten kurtulamadığımız sürece gazetecilikten bahsetmek imkansız olur. Kimse kendini kandırmasın ve çıkarına göre gelişmeyen girişimler sonrası gazetecilikte yapmaya kalkışmasın. Çünkü o kadar iğrenç görünüyor ki bu durum gerçekten izahı zor ve komik.