Bu normal şartlarda böyle. Ancak Dünya görüşünü, dış politika anlayış ve angajmanını İsrail üzerinden tanımlamış “Milli Görüş” geleneği için bunun ciddi bir travma olduğunu/olacağını düşünüyorum. Her ne kadar daha önce Erbakan’ın başbakanlığı döneminde de ciddi anlaşmalar yapılmışsa da bunun gerek koalisyon hükümeti olması ve gerekse dönemin şartları ileri sürülerek geçiştirilmesi mümkün olmuştu. Şimdi “van münüt” zaferini(!) kazanmış bir partinin, üstelik çok güçlü bir çoğunlukla iktidara geldiği bir zamana rastlaması olayın izahını zorlaştıracak ve travmayı derinleştirecek görünüyor.
Gerçi iktidara ve saraya yakın kalemler, iki yıl önce şunu, üç ay önce bunu, üç gün önce de bunu diyorduk, biraz tutarlı olalım kaygısı gütmeden, oportünistliklerini hükümetin politikalarındaki değişikliklerin dümen suyunda devam ettirerek, çoktan yeni şartlara uygun muazzam yorumlarını yaptılar. Ancak bir ciddi muhafazakar, İslamcı, dindar kesim var ki bu hali kabullenmekte zorlanıyor. Muhtemelen bir buçuk iki ay önce AKP’ye oy vermiş bu seçmenler olayı sorguluyorlar. Ancak seçmenin önemli bir çoğunluğunun, bu çok keskin değişikliğe/dönüşüme/dönüşe rağmen olup biteni düşünme zahmetine katlanacağını sanmıyorum. Okumuş yazmışlığından şüphe duymayacağımız, üstelikte düşünen(!) bir refikimiz, Cengiz Çandar’ın bir iç savaşın eşiğindeyiz endişesini dile getirdiği bir yazısını göstererek, bir başka AKP’li refikimizin, “dünyanın en uzun eşiği bu, bitmek tükenmek bilmiyor. Bu meczupların istediği iç savaş bir türlü çıkmıyor” yorumu ile yaymış. Nerede? Eşkıyanın dağda değil şehirde fink attığı, Diyarbakır Ulu Camii’nde neredeyse 1400 sene kesintisiz kılınmış Cuma namazının, bu hafta eşkıya belasından kılınamadığı AKP iktidarındaki Türkiye’de. El insaf. Türkiye ne Mısır, ne Suriye, ne bilmem nere, burada bundan daha vahim bir hal düşünülemez… Gözü olana hakikat meydanda… Bunun vahametini göremeyen, sorumlularını aramayan için kanaatimce mükellefiyetten bahsedilemez…
Konformist diye bir tabir daha vardır ki oportünistin zeminini, dayanağını bunlar teşkil ederler. Ana/babalarından gördüklerine, iktidar sahiplerinden duyduklarına sorgusuz, sualsiz biat ederler… imanları bundan ibarettir dolayısıyla. İşte oportünistin milli çıkarları korumakla, iktidarını korumak arasındaki farkı gözetmeden mütemadiyen dönüp değişen politikalar uygulayabilmesi, bu kitlenin varlığı sayesinde olur. Elinde basın yayın araçlarını tutanlar, görüntüleri çarpıtarak seçmen nezdinde istedikleri algıyı oluşturabilirler. Bu bütün milletler, ırklar, topluluklar için geçerlidir. Ancak bunun müddeti Müslüman için çok uzun olamaz. Elbette Müslümanları da insan olmaları hasebiyle yönlendirmek mümkündür ama kısa bir süre. Efendimiz: “Mü’minin ferasetinden sakının! Çünkü o, Allah’ın nûru ile bakar” buyuruyor. İbni Arabi Hazretleri bu hadisi şerh ederken buyuruyor ki: “Resûl-i Ekrem bu hadisinde ferâset nûrunu Cenâb-ı Hakk’ın isimleri içinden yalnız ALLAH ismine bağlamıştır. Çünkü Allah ismi bütün isimlerin hükmünü câmîdir. Bu itibarla öğülen, yerilen şeyleri, saîdlik, şakilik hareketlerini keşfeder. Eğer Resül-i Ekrem (a.s.) ferâset nûrunu (Hamîd) ismine izafe etseydi, meselâ: ‘Hamîd’in nuru ile bakar’ deseydi, o zaman ferasetli mü’min ancak saîd, hayırlı ve makbul olanları görürdü.
Her kimin ki ferâseti Rabbânî alâmet ve nişanlar olursa, onun ferâseti hata etmez. Fakat fikrî ve felsefî esaslara dayanan kimselerin ferâseti böyle değildir. (Kibrît-i Ahmer, Abdulvehhâb Eş- Şa’ranî, s.117)
Şimdi 1 Kasım seçimlerinden hemen önce paylaşılan bir soruyu sormanın zamanıdır: Şevki Yılmaz, Ülke TV’de: "1 Kasım'da Tel Aviv'in matem, Gazze'nin bayram etmesini diliyorum.” AKP de paylaştığı videoda: “1 Kasım, sadece Türkiye'nin değil mazlum coğrafyaların da kaderine etki edecektir.” (https://www.youtube.com/watch?v=oqxET3wyvo8) diyorlardı. Müslümanlar önce bu ayrımın haklı, hakça, Müslümanca olup olmadığının cevabını bulacaklar, ardından nelerin politika konusu yapılmaması gerektiğini ortaya koyacaklardır hiç kuşkum yok. Hadis-i Şerif gayet sarih…