Aile hukukunda, özellikle boşanma alanında doğru bilinen yanlışlara bakalım.
Aile hukukunda, özellikle boşanma alanında doğru bilinen yanlışlara bakalım. Taraflardan biri boşanmak istemezse boşanılamaz, boşanma hakkında doğru bilinen yanlışlardan biridir. İşin doğrusu öyle değildir, bu durumlarda taraflar boşanamaz demek yanlıştır. Eğer taraflardan biri boşanmak
istemiyorsa boşanma süreci uzayabilir. Bu durumda dava, çekişmeli boşanma davası olarak
görülecektir. Boşanmak isteyen yani davacı eş, karşı taraf boşanmak istemese de davasını ispat ederek boşanma kararı alabilir. Yani tek tarafın boşanmak istememesi tek başına davanın reddi sebebi
değildir. Ancak ispat için daha fazla tanık dinlenilmesi, daha fazla yerden belge istenilmesi ile süreç bir hayli uzayabilmektedir. Boşanmak istemeyen eşin tek yapabileceği kusurlu olmadığını ispatlamaktır.
Boşanma sonrası müşterek çocukların velayetinin anneye bırakılacağı doğru bilinen bir diğer yanlıştır. Kanunda çocuğun üstün yararı koruma altındadır. Bu nedenle velayet, hangi tarafa verilirse çocuğun üstün yararına olacaksa o tarafa verilir. Toplumumuzda genellikle daha çok kadın çocuğun bakımıyla
ilgilendiği için hakimler bunu gözeterek çocuğun velayetini kadına vermektedir. Eğer çocuk, daha çok anneye muhtaç olduğu yaşlardaysa ve anne görevini yerine getirmekteyse genellikle velayet anneye verilmektedir. Ancak anne çocuğuyla yeterince ilgilenmiyorsa ve annede kalması çocuğun üstün yararına değilse velayet babaya verilebilir.
Boşanmanın sonuçlarından bir diğeri nafaka ile ilgili doğru bilinen yanlışlar ise, nafakanın kadına
verildiği yönündedir. Medeni Kanunu’nda 4 tür nafaka çeşidi vardır. Bunlar; tedbir, iştirak, yoksulluk ve yardım nafakasıdır. İştirak nafakası ile müşterek çocuk hakkında velayeti kendisinde olmayan eşin çocuğun giderlerine katılması sağlanmaktadır. Diğer nafakalar ise eğer nafakaya hükmedilmezse yoksulluğa düşecek olan eşe verilmesi sebebiyle hükmedilir. Ancak toplumumuzda kadının çalışma hayatında olma oranı erkeğe göre düşük olduğu için genellikle yoksulluğa düşecek olan eş kadın
olmaktadır. Ancak erkeğin yoksulluğa düşecek olma olasılığında hâkim, erkeğe nafaka verilmesine hükmedebilir.
Boşanma sonrası düğünde takılacak altınlar konusunda da karışıklıklar vardır. Son zamanlarda ortaya atılan iddiaya göre Yargıtay’ın içtihadını değiştirdiği, kime takılırsa takılsın ziynet eşyasının kadına ait olduğu değil, artık erkeğe takılan ziynet eşyasının erkeğe, kadına takılan ziynet eşyasının kadına ait olduğu iddia edildi. Yargıtay’ın bu konuda yeni kararı olmamakla birlikte, Yargıtay’ın “ziynet eşyası kadına aittir.” kararı şimdilik değişmiş değildir. Söz konusu kararda aksine hüküm bulunmazsa kime takılırsa takılsın ziynet eşyalarının kadının kişisel malı sayıldığı yönündedir. Karardan da anlaşılacağı üzere bu konuda aksine hüküm varsa, eşler arasında kime ait olacağı kararlaştırılmışsa ya da örf ve adetlerde kime ait olduğu biliniyorsa ona göre uygulanması gerekmektedir.
Boşanma kararının bir diğer sonucu mal rejimi neticesinde malların paylaştırılmasıdır. Kanunda 4 mal rejimi kabul edilmiştir. Bu durumda eşler aralarında yapacağı anlaşmayla mal rejimini seçebilirler.
Ancak bu seçim zorunlu değildir, eşler böyle bir belirleme yapmamışlarsa kanunda öngörülen yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi uygulanacaktır. Mal rejiminin ne olacağının belirlendiği sözleşmenin diğer adı evlilik sözleşmesidir. Evlilik sözleşmesi kamuda yansıdığı gibi değildir.
Sözleşmede “Evlilik birliği içinde asla çocuk sahibi olunmayacak.” ya da “Boşanma halinde erkek eş kadın eşe 500.000 TL verecek.” gibi ifadeler, Türk Borçlar Kanunu’nun “Sözleşmenin konusu kanunun emredici hükümlerine, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı olamaz ve sözleşmenin konusu imkânsız olamaz.” maddesine açıkça aykırıdır ve kanuna aykırı şekilde evlilik sözleşmesi yapılamaz.