Fakat, akıl kendi kendini tanımlamakta çaresizliğe düşüyor. Bunun sebebi, tanıma ve tanımlama yetkisinin, yeteneğinin aklın kendisinde olması. Kendi dışındaki her tür varlığa kendi kapasitesince güç yetiren, onları adlandırıp, tasnif eden, sınırları farklı olsa da sınırlarını kendini ölçü alarak belirleyen akıl kendini sınırlandıramıyor.
Bu paradoksal durum aklı kısıtlayan, kendi çapını ve sınırlarını belirleyen tek şey akıl için. Akıl kendine kendisini sorduğu zaman ikna olabileceği bir cevap bulamıyor.
Sebebi bu olsa gerek ki; tarih boyunca felsefenin, hikmetin ve dinlerin başlıca problemlerinden biri, insanın kendini tanıması/bilmesidir. Bilgi aklın yükü ve iddiası olduğu halde kendi mahiyeti hakkındaki cehaletine şaşırmaması elinde değildir. Bu şaşkınlık sayesinde tüm doğru bildiklerinden tereddüt eder. Bu tereddüt aklı kendisinden şüpheye düşürür. Şüphe daima iki yüzlüdür. Biri bilime bakar, diğeri yüzü metafiziğe.
Aklın bilime bakan yönü şüphelerini gidermek için sürekli ispat peşinde koşar. İspat emin olmak, şüpheden kurtulmak demektir. Şüpheleri varolduğu sürece insan delillerin ve ıspatların peşinde koşmaya mecburdur. Şüphe duymayan akıl ya işlevlerini yerine getirmiyor, ya da kaygı taşımıyor, bilmiyor demektir. Oysa bildi gasla doldurulamayan bir boşluktur. İnsan bilgisizliğini farkettiği andan itibaren süratle hem cehaletten kurtulmaya, hem de bilgiye sahip olmaya çalışan bir yaratıktır. Öte yandan bilginin kara deliği şüphedir. İnsan yeterli görülen bilginin insanı cehalete ittiğini farkettikten sonradır kuşku hastalığı. Öyle ki en kesin bilgi biçimi saydığı bilimsel bilgiyi bile “aksi ispat edilene kadar” geçerli saymak şartına bağlayarak muallakta bırakmayı, arada geçecek zamanda emin olduğu şeyden şüphe duymayı kural haline getirmiştir.
Akıl kendini bilmeyi başarmış olsaydı gerçek ve değişmeyen bilgiye daha kolay ulaşabilirdi. Çünkü ancak bu durumda kendinden şüphe etmez, aksine kendinden emin olurdu. Üstelik içinde bulunduğu durumun cehaletten kaynaklanan bir sanrı olmadığını, gerçek ve değişmeyen bilgiye bakarak sağlamasını yapabilirdi.
Akılsız cahilin emin olduğu bilgiler de gerçek ve değişmez değil midir? Bir tek farkla; cahil gerçeklerini sorgulamadığı (akletmediği) için gerçeklerini değişmez sanır. Kendini tanıma gereği hissetmediğinden kendinden asla şüphelenmez. Şüphelenmediği bir şey için delil ve ıspat arama gereği duymaz. Delil ve ıspata gerek duymadığından kendinden emindir zaten.
Her şeyden evvel kendinden şüphe eden, kendini kendine kanıtlamaya çalışan akıl, kendini tanıyabildiğinde gerçek bilgiye ulaşmış olur. Bu çaba aklın, bilimsel bilginin tam da karşıt yüzünden başka birşey olmayan metafizikten başka bir yere götürmez bizi. Çünkü aklın kendinden emin olabileceği, gerçekliğinden şüphe bulunmayan bilgilerin bulunduğu, inanılan her şeyin hakiki olduğu tek yer orasıdır. Aklımıza hükmettiğimiz, tanıdığımız, kendimizi bulduğumuz yer...