İnsanoğlunun sorabileceği en zor ve cevabını bulmakta aciz kalacağı sorulardan biri anlamın ne olduğu sorusudur. Oysa biz anlam kelimesini gün içerisinde değişik bağlamlarda sıkça kullanırız.
Anlamın anlamının peşine düşmek insanı felsefenin değişik disiplinlerinin pençesine düşürüveriyor. Platon, Pharmenides gibi kadim filozoflardan başlayarak, Hegel, Descartes, Witthgenstein, Heidegger, Sartre gibi bir çok filozofa yolumuz mecburi olarak düşüyor. Semiyoloji, hermönötik, dil felsefesi, analitik felsefe, varoluşçuluk ve diğerleri. Bunlar yetmezmiş gibi, edebiyat, tasavvuf, kelam, mistisizm benzeri farklı disiplinler de işin içine doğal olarak müdahil oluyor. Dolayısıyla genel bir çerçeve çizmek bile neredeyse imkansız hale geliyor. Psikanaliz gibi meselenin aslında ne kadar karmaşık olduğunu, daldan dala atlamayı zorunlu kıldığı halde, bütün bu disiplinleri seferber etsek bile dört başı mamur ve anlaşılabilir bir çerçeve çizmekten aciz oluşumuzla her defasında yeniden karşı karşıya kalıyoruz.
Bu acziyetin farkına varan kimi fizoloflar anlam nedir sorusunu saçma bulmuşlar. Oysa, bilginin, varlığın, hayatın ve diğer bütün felsefi problemlerin anlamını aramaktan kendini alıkoyamayan felsefe nasıl olur da arayıp durduğu bu anlamın ne olduğunu sormaz. Anlamın anlamına dair bir arayışı saçma bulmak, diğer bütün anlam arayışlarını da saçma olarak değerlendirmeyi kaçınılmaz kılar. Nitekim, analitik felsefe, dil felsefesi ister istemez anlamın peşine düşer. Semiyoloji ise anlamı başlı başına kendi konusu olarak inceleyen bir bilim dalı olarak bu gün karşımızda. Çünkü ister kelime, ister cümle, ister bağlam açısından, kaçınılmaz olarak sorduğumuz, ne, neden, niçin soruları ve bunlar karşısında yaptığımız bütün açıklamalar doğrudan anlam sorunuyla ilişkilidir.
İçinden çıkılması neredeyse imkansız bir konu olan anlamın ne olduğu sorununa dair yukardaki ifadelere başvurduktan sonra, anlam kelimesinin sözlükteki karşılığına bakarak yol almaya çalışırsak: 1) isim, dil bilimi Bir kelimeden, bir sözden, bir davranış veya olgudan anlaşılan şey, bunların hatırlattığı düşünce veya nesne, mana, meal, fehva, deme, mazmun, medlul, valör. 2) mantık Bir önermenin, bir tasarının, bir düşüncenin veya eserin anlatmak istediği şey.
Görüldüğü gibi, anlamın ne olduğu, daha sözlük karşılığında bir çok karmaşayla bizi karşı karşıya bırakıyor. Bu açıdan bakıldığında, anlam kelimesi, bütün dillerin lügatlerini adeta bir anafor gibi kendi merkezine döndürerek yutar. Çünkü bütün sözlükler, kelimelerin anlamını kelimelerle açıklama çabasından başka bir şey değildir.
ANLAM VE ZAMAN
Anlamın zamanla ilişkisi en çok kişisel ya da toplumsal hafızayla ilgilidir. İnsan nisyan ile malul olduğunun farkındadır. Üstelik zaman diyerek çetelesini tuttuğu o geçip giden şeyin insanın yaptıklarını nasıl silip süpürüdüğüne de her zaman tanık olmuştur.
Bu yüzden mağara resimlerinden başlayarak, yaşadığı hayatı, karşılaştığı zorlukları, mutluluklarını, korkularını, dualarını, tecrübelerini ve değerli bulduğu ne varsa kayıt altına alma ihtiyacı içerisinde olduğu görülüyor. Bu gün yaşadığımız dünyaya bakarak, aynı kaygıları taşıdığımızı rahatlıkla görebileceğiz. Çünkü bizden binlerce yıl önce yaşayanların farkına vardığı şeyin bugün biz de farkındayız. Yaşamımızın bir anlamı var, bu dünyadan öylesine geçip gitmiş olmayı, bir izimizin bile kalmadığını düşünmek ağır geliyor insana. Bununla birlikte hayatı anlamlı kılan her şeyin, yani teknolojik olarak geldiğimiz seviyenin, dinimizin, dilimizin ve ulaştığımız güzelliğin kendi geleceğimize taşınmasına gayret gösteriyoruz. Çünkü hafıza anlamı ve değeri korumakla birlikte aynı zamanda taşıma gayretinde olacak. Kayıt altına alma ve taşıma görevini gerçekleştirmek için insanoğlu daima araçlar bulmaya, teknikler geliştirmeye çalıştı. Efsaneler, mitoslar ve masallar bunun için vardır. Resim, heykel, rölyef, mimari aynı sebeple insanın vazgeçemediği anlam taşıma yöntemidir.
İnsan kendisi için değerli ve önemli bulduğu anlamı ne kadar muhafaza etmeye çalışırsa çalışsın, zamanın, eskitici, yaşlandırıcı, yıkıcı ve yok edici, eninde sonunda öldürücü etkilerinden kurtulmak mümkün değildir. Şey olarak bahsettiğimiz ne varsa şeyliğine varlık kazandıran vasfın elinden kayıp gittiğine tanık olacak, bir nevi ölümü tadacaktır. Zamanın felsefi yanına hiç girmeden, sadece kronoloji ve tarihsel açısından anlam üzerindeki etkilerini hatırlamakla yetineceğiz. Çünkü zaman ve anlam kavramlarını felsefi yanlarıyla birlikte ele almak kendi elimizle içinden çıkamayacağımız bir labirentin duvarlarını örmek olacaktır.