Karısı yazarın kullandığı otomobille yaşanan trafik kazası neticesi ölüyor. Aynı kaza sonucu yazar da sinirsel, kalıcı bir buhran geçiriyor. Ve bu yüzden bir müddet sanatoryumda müşahede altında tutulması gerekiyor. Bu süre boyunca küçük kızına teyzesi bakıyor. Yazar yedi ay sonra taburcu olunca teyzesi kızı vermek istemiyor. Yazar da buna direniyor tabii… Küçük kızı ile beraber, karısının yer almadığı yeni bir hayata başlarken yeni bir roman yazıyor.
Sağlık sorunları da bir yandan devam ediyor. Yazdığı kitap başarısız oluyor. Bu arada teyzesi de kızın velayetini almak için dava açıyor. Yazar bu dava ile uğraştığı yerde kızı ile ilişkisini konu alan, filmle aynı adı taşıyan yeni bir roman yazıyor. Sonra teyze davasından vazgeçiyor. Yazar ise kızı ile yaşadığı evin banyosunda yaşadığı epilepsi krizi sırasında kaza geçirip ölüyor. Kız da bunun üzerine, onun da ayrı bir dramı olduğunu öğrendiğimiz teyzesinin yanına yerleşiyor.
Babalar ve Kızları’nın kayda değer yanı, benzerine şahit olduğumuz kurgusunda aranabilir. Zira yukarıda özetlemeye çalıştığım hikâyeyi geri dönüş, ileri gidişlerle yazarın küçük kızının büyümüş, genç bir psikolog olmuş hâlinin hikâyesi eşliğinde izliyoruz. Kız bir psikolog olarak kendisininkine benzer sorunlar yaşayan bir kız çocuğuna destek veriyor. Erkeklerle kurduğu tek gecelik, arıza ilişkilerden aslında kendinin de pek normâl olmadığı kanaati elde ediyoruz. Ardından karşısına çıkan genç bir yazar adayı ile başlayan ilişkisinden, kızın, sevdiği insanları kaybetmiş olmakla ilgili bir sorunu olduğunu anlıyoruz. Ve kızın bu genç yazarla kurduğu ilişki, yaşam tarzını sorun olarak görmesine ve bundan kurtulmak istemesine yol açıyor. Psikoloğun hem temas kurduğu kız çocuğu hem yanında büyüdüğü teyzesi bu mücadelede kendisine çıkış yolu oluyor. Küçük kızla ayrılma vakti geldiğinde, onu teselli etmeye çalışırken kendi teselli buluyor.
Kızın genç yazarla aşkı, barındırdığı konvansiyonel aşk filmlerine özgü bir klişeyle üzerinde durulmaya değer. Bu klişede yaşanan ama görmezden gelinen bir sorun, başlayan bir aşkla görünür hâle gelir. Ve bu aşk için verilen mücadele, bu soruna karşı mücadelede cisimleşerek sorunu çözme çabası filmin esas problemini teşkil eder.
Söz konusu klişe Babalar ve Kızları için de geçerli ise de bu, filmi henüz izlememiş olanları, bir aşk filmi ile karşılaşacakları yanılgısına düşürmemeli. Zira Babalar ve Kızları, adı üstünde bir baba-kız dramını, daha ziyâde kızın bakış açısından yansıtıyor. Bu yönüyle özellikle Russell Crowe’un performansının çok şey kattığı filmin başarılı olduğu söylenebilir.
Babalar ve Kızları’nı hikâyeden temaya değil de temadan hikâyeye vardıran kurgusuyla da dikkâte şayan bulmak mümkün. Anlaşılan baba, kızı ile yeterince ilgilenmiyor veya kızına değer vermiyor, hastalığına ve acısına odaklanıyor sonucu çıkmaması için, teyzesinin istemesi gerekiyor çocuğu. Bu açıdan bakıldığında kendiliğinden akan bir hikâye kurgusu değil buradaki. Mühendislikle açıklanabilir bir kurgu. Dramatruji derslerinde konu olmaya, incelenmeye müsait bir yapısı olduğu söylenebilir.
Yazarın kızı ile ilişkisi, genç kadının psikolojik sorunu, bir psikolog olarak kız çocuğu ile ilişkisi ve nihayet sevgilisi ile ilişkisi aynı kurgu dâhilinde ayrı ayrı işlenirken, tabii baba-kız ilişkisi daha öne çıkarak diğerleri yan hikâye, bundan kaynaklı sonuçlar olarak çıkıyor ortaya. Bu bakımdan genç kadının psikolog olarak kız çocuğu ile ilişkisinin genel kurgu dâhilinde biraz kadük kaldığı söylenebilir.
Sonuçta babanın ayrı, kızın çocukluğundan itibarenki çok ayrı dramı… Bence ikisi de iyi işlenmiş. Özellikle bir çocuğun annesine duyduğu özlem ajitasyona varmadan da etki yaratabilmenin güzel bir örneği olarak göze çarpıyor.